UMUDA DİKİLEN LALE
Yalova- Altınova Çok Programlı Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak görev yapmaktaydım. Takvimler, 1999 yılının sıcak ağustos günlerini göstermeye başlamıştı.
Ağustos ayının, berrak bulutsuz ve masmavi gökyüzü; sıcak güneşin gölgeyi aratan sıcaklığı altında, Eşim ve çocuklarımla, evimizin önündeki akasya ağacının gölgesine sığınmış otururken, Müdür yardımcımız, Selahattin KAYA, ev telefonumdan arayarak okula gelmemi istedi.
Kısa sürede hazırlığımı tamamlayarak yola koyuldum. Kaytazdere’den Altınova’ya araçla beş altı dakikalık yolculuktan sonra Okuluma varmış, odadakilere selam vererek içeri girmiştim. Okul Müdürümüz Muhammet KURTBEYOĞLU, Müdür yardımcımız ve bir bayan oturmaktaydılar. Hoşbeş, tanışma faslından sonra, Müdür bey, hanımefendinin durumunu özetleyerek, özel ders vermek üzere konuşmak için seni davet ettik. Mehmet Bey, özel ders vermediğinizi, dersi verseydiniz sonucunun çok iyi olacağını, hem Selahattin bey hem de ben, hanımefendiye anlattık. Kabul etmeyeceğinizi düşünmekle birlikte, sizden özel ders vermeyi reddetmeden önce Hanımefendiyi dinlemenizi istedik.
Israrcı durum üzerine, Hanımefendiye dönerek, sizi dinliyorum, dedim. O da: “Hocam, ben, annem ve kızımla Kartal’da oturmaktayız. Kızım, İlköğretimde oldukça başarılı biriydi. Ta ki, Kartal (X) lisesine verene kadar. Zamanla, kızımdaki değişimlere inanamaz, kızımı tanıyamaz oldum. İstemediğim arkadaş grubu içinde harcanacak; geleceğini mahvedecek; dilime alamadığım sıkıntılarla kapıma gelecek diye ödüm kopuyordu. Sonunda, korkularımda ne kadar haklı olduğum yaşadıklarımla ortaya çıktı. Kızımın alkol ve sigara kullanmaya başladığını öğrenmem beni yıktı.” dedi. Anne anlattıkça, -kabul edersem- “İşimin ders vermekten öte bir iş olacağını düşünerek dinliyordum.
Annenin gözlerindeki yalvarırcasına bakışlar, bir annenin çocuğu için gösterdiği çırpınışlar ve okul idarecilerimin isteği ile ders vermeyi kabul etmeye karar verdim. Dedim ki: Ders vermeyi kabul etmeden önce öğrencimi görmek isterim.”, Anne, “Kızım koridorda hocam. Yalnız, kızım odaya gelmeden ücret konusunu öğrenebilir miyim?” dedi. “Hanımefendi, ben bu konularda para meselesini konuşmak istemem. Derse başlayalım, hedefe yürümede başarılı olursak, gönlünüzden ne koparsa verirsiniz. İlla da adını koymak isterseniz, Selahattin beyle görüşürsünüz.” dedim, Kızı içeri çağırmasını istedim.
Annesi, kızını çağırdı. Odaya giren genç kız, öylesine dekolte, öylesine serpilmiş tarzda giyinmiş ki, onun öğrenci olmaktan uzakta bir ruh hali içinde olduğunu görmemek imkansızdı. Kız’dan tekrar koridora çıkmasını istedikten sonra, annesine dönerek, ”Hanımefendi, bir iki saat deneme amaçlı ders veririm. Gelişim göstermezse, dersi keserim. Bunun için ücret istemem. Ancak, yarın ilk derse gelirken, öğrenciye yakışır biçimde giyinecek; dekolteden, streç- tayt tipi giysilerden uzak biçimde giyinecek. Gelirken de yanında bir arkadaşı olacak.
Annesi, “Hocam hepsine kabul. Derse, hemen, yarın mı başlayacaksınız?” dedi. “Evet.” dedim, anlaştık. Ayrıntıları konuşarak ayrıldık.
Ertesi gün, saat 09.30 okulun bir sınıfında öğrencim, refakatçisi olan kız ve ben ders için buluşmuştuk. Bilgi zeminini ölçen birkaç sorudan sonra, ders işlermiş gibi hayat derslerinden konuşup, gençliğin öğüt dinlemekten kaçan tavrını bildiğim için, vermek istediklerimi ders konusu tarzıyla anlatmaya çalışıyordum. İki saatin ardından, dersimi değerlendirmesini istedim. Öğrencimden cevap beklerken, yanındaki refakatçi kız, “Hocam, ben, Lale’yi böylesine ders dinlerken hiç görmemiştim. İnanın bu iş tamamdır.” dedi. Lale de “Hocam, çok teşekkür ederim. Kaybettiklerimin ne olduğunu görmemi sağladınız. Dersimiz yarın da aynı saatte mi?” dedi. Evet, deyip, iyi dileklerle ayrılmıştık. Müdür ve yardımcısı öğrencimin durumunu sordular: “Çocuk, zeki ve ilgili. Annesi, arkadaş grubundan koparmakla doğru karar vermiş.” dedim. Yarın görüşmek üzere iyi dileklerle ayrıldık.
Ertesi gün çok verimli bir ders ortamı yaşamış, arada, teneffüs niyetine, söyleşilerle, öğrencimi rahatlatarak, suçluluk psikolojisinden sıyrılmasına, kendine olan güveninin artmasına çalışıyordum.
Eğitim kavramı olarak fırsat eğitimi söylemi vardır. Ders aralarını, fırsat eğitimi alanı olarak kullanıp, rehberlik çalışması da yapıyor, başarının yalnızca ders çalışmak olmadığını, yaşantının gerçeklerini görüp, geleceği planlamanın da başarı için vazgeçilmez koşul olduğunu anlatmaya çalışıyordum.
İlk hafta üç günlük ders ile sona ermişti. İkinci hafta, hem ders saatlerini artırarak açığımızı kapatmak, hem de yaz sıcaklığında rehavete kapılmasını önlemek istiyordum. Bu düşüncemi, öğrencimle paylaştım. Daha da önemlisi, ödevler vereceğimi ve günlük olarak kontrol edeceğimi söyledim. Bir ara, asık suratlı bir tavır sergiler gibi olduysa da hal ve tavırlarından isteyerek kabullendiğini gördüm.
Gittikçe artan bir azim, başarma isteği ve tutarlı davranışlarla ikinci haftamız da bitmişti. Hem dersimizin, hem de Ağustosun üçüncü haftasına girmiştik. Pazartesi ders için okula vardığımda, Lale’nin annesini gördüm. Kızına sarılmış, gözlerinin içi gülerek sevincini belli eden bir haldeydi. Selamlaşıp, hoşbeşten sonra, annesi Lale’ye, “Kızım sen arkadaşınla sınıfa geç, ben öğretmeninle biraz konuşup gideceğim.” dedi. Lale ve arkadaşı sınıfa giderken, ben de anneyle, Selahattin beyin odasına geçtim. Selahattin beyle kısa bir muhabbetten sonra bana dönerek, “Hocam kızıma ne yaptın?” dedi. Dondum kaldım. “Kızıma ne yaptın… “ nereden bakılacak, içinden nasıl çıkılacak bir soru? Şaşkın şaşkın annenin yüzüne bakarken, cevap vermekten uzak, kafamı toparlamaya çalışırken, Selahattin bey, “Ne oldu, niye böyle bir soru sordun?” dedi. Selahattin Bey, daha cümlesini bitirmemişti ki, kadın, heyecanla, mutluluk ve doğru karar vermişlerin; amacına ulaşmış insanların özgüveni ile “ Hocam, Allah razı olsun. Bana kızımı kazandırdın. Kızımda, iki haftada inanılması güç değişiklikler gördüm. ”dedi, aynı heyecan ve coşkuyla anlatmaya devam etti:
“Kızım, geceleri geç gelmeyi bıraktı. Sigara ve bira içmeyi bıraktı. Kitap okumaya başladı. Bana olan saygılı tavrı beni o kadar mutlu ediyor ki anlatamam. Allah razı olsun.”
Hanımefendi sanki konuşmuyor, sevincini paylaşıyordu. Konuşmuyor, yeniden hayata tutunmuşçasına yaşam sevincini anlatmanın mutluluğuyla bizleri de mutlu etmiş, daha da önemlisi, sorusuyla ile sarsılan düşüncelerimin toparlanmasına neden olmuştu.
Mutluydum. Denizyıldızı misali, bir denizyıldızının hayatında çok şey değişmişti. Bir annenin gözyaşları dinmiş, bir genç kızımız çirkefliklere düşmekten kurtulmuş, her şeyden önemlisi, bir insan değişir, dünya değişir dercesine bir insanı kazanmıştık.
Bu güzel günün ertesinde maalesef ki, büyük felaketle uyanmıştık: 17 Ağustos Marmara depremi…Büyük felaket; büyük acı; zor günler…
O büyük yıkıntının ardından okullar açılıp, öğrencilerimize kavuşmuştuk. Hem hiçbir şey eskisi gibi değildi, hem ruhlar… Deprem sonrası inşa edilen, adı değişerek, Mehmet Bülent Özyörük ÇPL olan okulumuzda, okulumuzun yeni öğrencisi de olan, Lale amacına yürümekte kararlı, çalışkan bir öğrenci olarak karşımdaydı. Derslerinde azimli, davranışlarında kişiliğini bulmuş amacına emin adımlarla yürüyen Lale’ydi O.
Şehit Osman ALTINKUYU Anadolu lisesine, seçme sınavı kazandığım için atamam yapılmıştı. Kasım ayıydı. Sorumluluğumda olan 10 Kasım ATATÜRK’ü anma programımı sahneleyip yeni okuluma gitmek üzere ayrılacaktım.
Ayrılırken eski okulumdan, arkamda bıraktıklarım arasında, bir annenin umudunu taşıyan ama kendi onuruyla bakan o bir çift göz de vardı: 2000 yılı 10 Kasım Ata’yı anma programında öğretmen rolü ile seslendiği gibi varlığıyla umut olduğunu haykıran bir çift göz…Lale.*
*Öğrenci Lale adı, gerçek değildir. Diğer adlar ve olaylar gerçektir.

BİR CEVAP YAZ