VEFATININ 700. YILINDA BİZİM YUNUS
Dervişin irşada ermek için bir mürşide bağlanması gerekir. Tasavvuf dünyasında sınavlar vardır. İrşada giden yolun sonudur çile. Ya dergâhta çekilir ya da 1001 gün sürecek gurbet yolculuğuyla tamamlanır çile.
Yunus 40 yıl süren dergâh hizmetinden sonra gurbete çıkar. Bu gurbet Yunus’un “Çile”sidir.
Gezdim Urumu Şam’ı
Yukarı illeri kamu
Çok istedim bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Diyen Yunus, Anadolu’dan çıkarak Suriye Irak Azerbaycan civarlarını dolaşıp dergâha döner. Dergâha döndüğü zaman Taptuk Emre yaşlıdır ve iki gözü görmez olmuştur. Yunus dergâhın kapısına vurur. Kapıyı Taptuk Emre’nin karısı açar. Taptuk’ un gözlerinin kör olduğunu, kendisini içeri alamayacağını ancak sabah namazı için dergâh kapısına Taptuk’ un çıkacağı zaman eşikte yatmasını, Taptuk’ un ayağına takıldığında “Kim bu?” deyip sorduğu zaman, “Yunus” diyeceğini, “Bizim Yunus mu?” derse içeri alacağını, “Hangi Yunus?” derse içeri alamayacağını anlatır.
Yunus Emre o gece Allah’a yalvarıp, şeyhinin kendisini tanıması için dua eder. Sabah namazı vakti kapının eşiğine uzanmıştır. Taptuk, abdest almak için dışarı çıkarken, Yunus’a takılır. Hanımına sorar “Kim bu? Hanımı, “Yunus” der. Taptuk, “Bizim Yunus mu?” diye sorar, hanımı, “Evet, bizim Yunus” der. Gözyaşları içinde iki eren kucaklaşır.
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevla’m seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevla’m seni
Gönül ehli olan Yunus dağlar, taşlar, kuşlar ile çağırdığı Mevla’sına yönelip, aşkın saflığı, gönülde coşkunluğu ile yalvarır:
Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattı güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi
Yüreğini aşk ateşiyle yakıp, her fani gibi zamanı gelince bu dünyadan ayrıldığından bu yana 700 yıl; 700 tane 365 gün geçmiştir.
Türkçenin ses bayrağı, insanlığın barış ve sevgi ışığı, Allah’ı sevgi ve iman ile arayan bu eren, gerek yaşadığı dönemdeki hal ve hareketleriyle gerekse bıraktığı eserlerle, öldükten sonra da insanlığa ışık olmaya, gönülleri aydınlatmaya devam etmektedir.
Bugün insanların kavgalarının başında iletişim kanallarında yaşanan tıkanıklıklar mı var? Evet. İşte size 700 yıl geriden doğru yolun anahtarı olan bir ışık:
Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz
Yaratılmışlığın sırrını arayan Yunus, varlık yokluk konusunda ne kadar büyük soruların peşindeyse de söyledikleri o kadar basittir ki tam bir sehl-i mümtenidir. Söylenmesi kolay sanılan ancak herkesin kolayca söyleyemeyeceği derinlikte anlam birliği olan sözlerdendir onun bu arayışını ifade eden dizeler:
Beni bende demem bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri
Bu arayış yalnızca varlık-yokluk konusunda değil, ibadet, bilim gibi değerler için de geçerlidir. Kendini bilmek ve insan; bilgi sahibi olmak ve insan olmak; ibadet ve insan ve daha birçok konuda sorgulayan Yunus, aynı zamanda çözümü de önümüze koymaktadır. Kendini bilmeyenin okumasının boş olması kadar, bir gönül kıranın Hacca gitmesi de boştur. Kaldı ki, hacca, günümüzün koşullarıyla değil, 700 yıl öncesinde gitmenin güçlüğünü düşünelim:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmezsin
Ya nice okumaktır
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında TDV İslam Ansiklopedisine göre 82 yaş civarında ömür sürdüğü tahmin edilen Yunus, ömrünü o kadar güzel özetler ki, bir yel esmesi daha da öte göz açıp kapamak gibi değerlendirir:
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Yunus, dünyayı yalancı dünya olarak adlandırır. İnsan fanidir. Merak edilen ölüm sonrasıdır. Gidenlerin bir haber vermemesi aslında sınavın ağırlığının habercisidir.
Yalancı dünyaya konup göçenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler
O merak, er geç yaşanacak yolculuğa hazır olma düşüncesini doğurur. Yaşayan ve ölüp gidenlerin yaşayanlara gösterdiği, görülmesi gerekenler, aslında ders alınması gereken birer gerçektir. Konup göçenlerden öğrenerek, o “Bir gün” kapımızı çalmadan hazır olmamızı ister:
Vaktinize hazır olun,
Ecel varır gelir Bir gün
Emanettir kuşa canın
Sahib vardır alır bir gün
Tutmaz olur tutan eller
Çürür şu söyleyen diller
Sevip kazandığın mallar
Varislere kalır bir gün
Yunus sözün bunu söyler
Aşkın deryasını boylar
Şu yüce köşkler saraylar
Viran olur kalır Bir gün!
………………………..
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
Diyecek kadar dünya malını, hırslarını, kavgalara neden olan mülk edinme düşüncesini sorgulayan Yunus, gördüklerine anlam veremez. Dolandırıcılık, yalan, hırs, kin, dedi kodu, birbirinin kuyusunu kazmak, dünya malı için sevdiklerinin kalbini kırmak, hele hele bunları yaparken de “Müslüman” olduğunu söyleyenlere seslenerek:
Ömür bohçasının gülü solmadan
Uyan gel gözlerim gafletten uyan
Ecel bir gün bize haydi demeden
Uyan gel gözlerim gafletten uyan
Derviş Yunus söyler sözün tutulmaz
Senin kumaş bu illerde satılmaz
Böyle yatmak ile Hakk'a varılmaz
Uyan gel gözlerim gafletten uyan
Bu uyanış, aslında gönül gözüyle insanlığa bakış; aslında Yaradan’ın verdikleriyle kavrayış; bir anlamda sevgi, merhamet, yardımlaşma, güzel ahlak ve erdem değerleri içinde yol almaktır:
Bir hastaya vardın ise
Bir içim su verdin ise
Yarın anda karşı gele
Hak şarabın içmiş gibi
Tıpkı yukarıdaki dizelerde anlatılan ve halk deyişi ile, “Ne verirsen elinle o gelir seninle” dercesine yarın yaptıklarımızın karşımıza çıkacağını söyler.
40 yıl aşk ve sadakatle hizmet ettiği dergâha odunun eğrisini dahi sokmayan Yunus, ikiyüzlülükten, kibirden, sahtekarlıktan, kısaca güzel ahlaktan ayrı ne varsa tersler ve kurtuluşa ilaç gibi gördüğü “aşk” ın da ilaç olamayacağını söyler:
İçin dışın mundar iken
Dost neylesin senin ile
Gözün gönlün nefsi hava
Aşk neylesin senin ile
Yunus’ta umutsuzluk yoktur, umutsuzluğa yer de yoktur. Yaradan’a bağlı olmak ve her şeyin O’ndan geldiğini bilmek umutsuzluk kapısını kapatır:
Dertli ne ağlayıp gezersin burda
Ağlatırsa Mevla’m yine güldürür
Yunus’ta dört kitaba iman ve inanç vardır. Çünkü o kitapların da sahibi Yaradan’dır:
Gök yüzünde İsa ile
Tur dağında Mûsâ ile
Elimdeki asa ile
Çağırayım Mevla’m seni
Sonunda ölümle yüzleşmek, bunun doğmak kadar gerçek, doğmak kadar doğal bir sonuç olduğunu kabullenerek, sanki bir evden başka bir eve; bir köyden başka bir köye; bir ülkeden başka bir ülkeye gidiyormuşçasına doğal, sade ve sevgi dolu vedalaşma var:
Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun
Yunus’un her şiiri, her dizesi sanki bir sehl-i mümteni gibidir. Anlam deryasının derin sularının gönül okşayan serinliği vardır:
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gördük
Yaradan’dan ötürü
Yunus Emre'nin vefatının 700. yıl dönümü olması nedeniyle BM, UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alınmış olması elbette güzel, anlamlıdır. Oysa o BM üyeleri Yunus’un yukarıdaki dizlerini 700 yıldır anlayamadıklarını, silahlara yaptıkları yatırımlar, insanlığa yaptıkları insanlık dışı uygulamalar, açlık-kıtlık içinde ölenlerin varlığıyla göstermektedirler.
Bıraktım Birleşmiş Milletleri, Müslüman olmakla övünen insanların, İslam’i usullere göre ülkelerini yönettiğini söyleyenlerin bulunduğu devletlerin Yunus’u anlamadıkları ortada. Hakk’ın kitabını, peygamberini anlamayanlardan, Yunus’u anlamalarını beklemek elbette saflık olur.
Törenlerde, programlarda, söyleşilerde verilen örneklerle dinden, imandan dem vurarak, peygamberlerden; Yunus ve Mevlâna gibi erenlerden söz etmekle dürüst olduğunu düşünenleri görünce, tam bir ikiyüzlülüğün ortasında olduğumuzu görmenin üzüntüsü içerisindeyim.
İnsanları renklerinden dolayı sınıflandıranlar, yıllarca köle ticareti yapanlar, bugün medeniyetin beşiği olarak kendilerini görenler değil mi?
Silahları en acımasız, en etkili hale getirenler, çıkar kavgasında o silahlarla insanları katletmiyorlar mı?
Liyakati, bilgiyi, hakkı, hukuku gasp edenler, insan haklarını katlettiklerini bilmiyorlar mı?
Vatansız bırakılanları, göçe zorlananları, açlık; kıtlık; yokluk içinde yaşamaya muhtaç bırakılanları, Yunus’u ananlar, Mevlana’yı ananlar görmüyorlar mı?
Yunus’u anarken, onun ruhunu incitmekten uzak, onun temel felsefesini oluşturan insanı sevmek düşüncesiyle donanmış olarak hareket edersek, daha doğru işler yapmış oluruz sanırım.
Bizim Yunus’a saygı ve rahmetle…
KAYNAKÇA
- Resimli Türk Edebiyatı Tarihi Nihat Sami BANARLI
- Resimli ve Motifli Türk Edebiyatı Tarihi Seyit Kemal KARALİOĞLU
- Türk Edebiyat Tarihi Ahmet KABAKLI
Vefatının 700. yılı anısına
BİR CEVAP YAZ