ŞİİR NEDEN ÖNEMLİDİR
2024 gidiyor. İstesen de istemesen de gidecek. Sen nasıl bakarsın bu gidişe bilmem de ben gelenin de pek hayırlı olacağını düşünemiyorum. Görünen köy kılavuz istemez.
2022 bakiyesi Rusya Ukrayna savaşı, insanlığa yön veren emperyalistlerin istediği doğrultuda sürerken, 2023 bakiyesi İsrail saldırıları da çizgisinden sapmadan sürmekte.
Suriye 2024 defterini kapatırken, alacaklı mı borçlu mu gelecek günler gösterecek. 2025 yılına sayılı günler kala Azerbaycan yolcu uçağının Rus füzesiyle vurulması, dünyamızın ne yöne gittiğinin ya da gidemediği güzelliklerden uzaklaştığının göstergelerinden biriydi.
Doğal felaketleri saymaya gerek yok. Hırsımızın aklımızın önüne geçtiği bir dönemde evrenin insanlığa isyanının doğal sonucu olan afetler de insan denilen canlının vahşetini durdurmaya yetmedi.
Bir boğazdı, bir başını sokacak damdı, bir de insan olacak kadar kılıktı, bütün dertlerin başı. Paylaşamamaktı sorunların kaynağı. “Ben daha; çok kazanmalıyım, zengin olmalıyım, güçlü olmalıyım…” istekleri sonsuz olan insan denilen canlı bilimsel gelişmelerdeki gücünü de kullanarak, kendi sonunu hazırlamaya doğru hızla ilerlemesini sürdürmekteydi.
Aşık Veysel, “Koyun kurdunan gezerdi/fikir başka başk’olmasa.” dizleriyle çarpışmalarımızın altında yatan “ben-ego” gerçeğini ne güzel özetlemiş.
* *
Ben bir öğretmenim. Yeni doğan çetesinin lideri de Narin kızımızı öldürenleri teşvik eden de Sıla bebeğin acı sonunu hazırlayanları da yetiştiren benim. Çok iyi doktorlar da yetiştirdim. Gel gör ki, organ mafyasına hizmet ettiler. Çok iyi bankacılar yetiştirdim. Baktım ki bankaların içini boşaltmışlar. Çok iyi kimyagerler, fizikçiler yetiştirdim nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlara koştular. Çok iyi muhasebeciler yetiştirdim. Devleti soydular, vergi nasıl çalınırın baş aktörü oldular. Yazımın burasında saydığım mesleklerin kaliteli çalışkan ve efendi bireylerini tenzih ederim, onlar zaten olması gereken sonuç olduklarından yazılarımızda söz konusu olmazlar. Çünkü deseydim ki “Bu mesleklerin doğru olan, dürüst olan hizmetten öteye adımlar atmayanları tenzih ederim.” inanın ki o ahlaksızlar, saydığım insanlardan önce, “İşte o benim.” diyerek kendini aklama yoluna giderdi.
Hani, kabadayının biri, bütün masaları müşteri dolu bir kahvehaneye girip bağırmış, “%95’inizin ansını, avradını…” Kimsede çıt yok. Garson çay dağıtırken masalardan birinde oturanlara: “Adam, %95’inize küfretti, sizde kıpırdama yok, ne oluyor?” deyince, masadakiler hep birlikte, “Biz %5’in içindeyiz.” demişler. Yukarıda anlatmaya çalıştığım da böyle bir durumdu.
Ülkemde uluslararası organize suç örgütlerinin çatışmaları da liderlerinin yakalanmaları de bir türlü bitmiyor. Ağaçların kesilmesi, kadınların öldürülmesi, çocuklarımızın korunamaması bir türlü bitmiyor. Yoksulluk, enflasyon bir türlü gitmiyor. Şehit haberleri maalesef süregelmekte. Dükkân kurşunlamaları, esnafın haraca bağlanması, kapkaç ne ala gayet güzel hem de artarak varlığını sürdürüyor. Uyuşturucu kullanma yaşı ortaokul düzeylerine inmiş, spor (özellikle futbol) spor olmaktan çıkmış, magazin bebekleri neredeyse yataklarına alacakları kişilerin özelliklerini sayarak evlilik kurumunun köküne kibrit suyu dökmeye bütün hızlarıyla devam etmekte. Gençlerin işsizliği, öğrencilerin barınma beslenme sorunları, gelecek kaygısı ve daha bir yığın dertleriyle intihar oranlarını artıran yaşantıları önümüzde durmakta.
2016, 15 Temmuz’da yaşadığımız cemaat tarikat cinnetine karşın, ülkenin her köşesinde pıtrak gibi yayılmış tarikat cemaat oluşumları, bakanlıkları parsellemeye ve siyasal kararların alınmasında etki rol oynamaya kadar işi götürdüler. Liyakat, işi ehline vermek, kul hakkı yememek, İslam’ın emirleri değil de cemaat tarikat ağalarının emirleri İslam’ın emri gibi algılanmaktayken, her yol mübah felsefesinin cazibesine kapılmanın sarhoşluğu içinde bulunanlarla gelecek planlanıyordu.
Ülkemde adının önünde “Milli” sözcüğü olan iki bakanlıktan biri olan Milli Eğitim Bakanlığı, bu yaralara tuz basmakta ısrar ediyor, Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığa koşarcasına kucak açmaya çalışıyordu.
* *
Eğitim sistemimizin içinde yer alan dersler (bence) iki gruba ayrılır: İnsana yatırım yapan dersler ve bilime yatırım yapan dersler.
Resim eğitimi, öğrencilere renklerin uyumunu verirken, yaratılmışlığın getirdiği çok renklilikten yararlanarak, her rengin bir değeri olduğu ve evren denen doğal tuvalde varlığıyla güzelliğe güzellik kattığı vurgulanır. Çinliyi, Afrikalıyı; esmeri sarışını; uzunu kısayı; kadını erkeği yaratan Yüce Yaratıcı, isteseydi hepimizi tek tip, tek renk yaratırdı. Farklılıklarımızın güzellikler içerdiğini bu dersle anlatabilseydik, bu kadar bölünmez, parçalanmaz, acılar yaşamazdık. Uygunsuz bir çizginin güzel bir tabloyu bozacağını öğretebilseydik, kirli duvarları çöplük olmuş sokakları ve beton bloklar arasında kaybolmuş kentli yaşamı seçmezdik, sanırım.
Müzik eğitimi, notaların dilinde sıranın ahengi, sesin uyumu ve toplumsal düzenin bir orkestra birlikteliği olduğunun vurgulandığı ders olarak verilseydi, birbirini dinlemeyi bilmeyen profesör unvanlı saygısız tipler ekranları kirletmezdi. Nasıl ki sekizlik bir notayı, birlik süresinde seslendirdiğimizde bir müzik eserinin güzelliği kaybolursa, gereğinden fazla konuşmanın, her yerde konuşmanın, her zaman ve herkesle aynı tonda, aynı düşünceyle konuşmanın da toplumsal uyumu bozacağı gerçektir. Müzik seslerin uyumu, demokrasinin ezgi ile anlatımı, sazların orkestra içindeki uyumu gibi toplumsal birliğin simgesidir.
Beden eğitimi, sağlıklı kuşakların, bilinçli insanların, sporun bir eğlence, sağlık ve kültür olduğu bilinciyle verilirse, obezite başta birçok sağlık sorununun yaşanmadan aşılacağını veren bir eğitim alanıdır.
Din kültürü ve ahlak bilgisi, adı üstünde din-kültürü eğitimidir. Saplantılara girmeden, temel dini değerler içinde hoşgörü çerçevesinde farklı inançlara da saygı duymayı ve en önemlisi, ahlaklı olmayanın imanlı olamayacağının verilmesi gereken eğitimdir. Peygamberimiz bir hadisinde, “Ben güzel ahlakı tamamlamaya geldim.” diyerek inancın özünün güzel ahlak olduğunu vurgulamıştır. Bir başka hadiste, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” sözüyle Peygamberimiz neler öğütlüyor, adında “selim-İslam” olan bir din adına hareket ettiğini söyleyen kafa kesenler ne yapıyor. Hangisi İslam?
Sen layıkıyla yetiştiremezsen gençliğini, yetişenler, gençlerinle çalar geleceğini.
Rehberlik saati uygulamaları: Yıllardır kanayan yaramızdır. 1980 öncesinde haftada üç saat rehberlik saati uygulamaları vardı. Amacına hizmet ettiği söylenebilir miydi, kesin olmamakla birlikte “Hayır.” desem de kısmen yararları vardı. Rehberi olduğu sınıfta öğretmen kendi branşında ders işlemek, eksik konuları tamamlamak için kullananlar kadar, eve erken gönderenlerden tutun da okul sahasında top oynanması, koro çalışması, eğitici kol çalışması yaptıranlar gibi amacı dışında hor kullanılan bir rehberlik uygulamasıydı.
Oysa yetişme çağındaki çocuklarımızı yaşadığı gerçeklerin içinde çıkmazlara, sorumsuzluklara, terörist amaçlara, yıkıcı ve bölücü amaçlara, fuhuş ve uyuşturucu bataklığına sürüklemek isteyen türlü maskeler takınmış tehlikeler vardı. Bu dost maskeli tehlikelere karşı ayakta kalabilme yeteneği kazandırmamız gerekirdi. Ne yaptık Bakanlık olarak, önce üç saati haftada bir saate düşürdük. Sonra eğitici kol ya da kulüp çalışmalarıyla dönüşümlü hale getirip, haftalık ders çizelgesinden de düşürdük. Gerekçe çok ideal: Rehberlik yalnızca bir saatte olmaz, süreklidir. Yaşantımızın slogan yönü ve uygulanmasa da mevzuat yazma becerimiz mükemmeldir. Rehberlik bir de norm uygulamalarıyla hepten dışlanan okullara uğramaz oldu.
Bu da yetmedi, rehberlik ilkelerine ters bir tutum sergilenerek, haftanın bir günü, eğittim bölgesi okullarından bir rehber öğretmen görevlendirilmesi komedisini sahneledik. Komedi diyorum, çünkü rehberlikte asıl olan danışanın, danışılana duyacağı güvendir. Her gün yüz yüze olduğu öğretmenine güvenemeyen bir öğrenci, haftada bir gün gördüğü öğretmene nasıl güvenip de onun açtığı yolda geleceğini biçimlendirecek? E… Ne demiş Nasreddin Hoca: Dostlar alışverişte görsün.
Dil ve edebiyat eğitimi, en temel eğitim kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde gittikçe yozlaşan müfredatla basitleştirildi. Çoktan seçmeli sorularla geleceğini arayan çocuklarımız, yazılanın içinde yanıt aramanın dışında ne cümle kurabiliyor ne yazı yazabiliyor. Ortaokullarda “Güzel Konuşma ve Yazma” dersi vardı. Şimdi seçmeli ders olunca, kaç kişi seçiyor, bilmiyorum. Bu ders seçilmiş olsa da amacına hizmet etmediği sokağın dilinden belli değil mi? Yolda yürürken 50 metrelik yürüyüşünüzde küfür duymadan adım atabildiniz mi? Oturduğunuz bir kahvehane ya da benzer amaçlı bir mekânda küfür veya argo duymadan kaç dakika oturabildiniz?
Eğitim çizginiz sınav amaçlı olursa ne edebi değerlendirme yapılabilinir ne dünya edebiyat ustaları işlenebilinir ne kendi edebi zevkimizin doğundaki güzelliklerde gezinilebilinir.
Edebiyat sözcüğü, edep sözünden türemiştir. Ediplerin dilinden edep duygularını güzellikleri yayılır. Bir sözcüğün yalnızca sözlük anlamına sıkışıp kalmazlar. Her eserde yeni bir anlam elbisesi ile donanır karşımıza çıkarlar.
Kara sözcüğü, sözlükte bir renk (eş anlamlısı siyah) bir de kıta, arazi, toprak gibi yer anlamıyla karşımıza çıkar. Oysa edebi eserlerde nice seçkin elbiseler giyinip yeni anlamlar yüklenmiş haliyle karşımıza çıktığında kara: Karagözlü ’de sevgili olur, gözü kara ’da korkusuz olur, kara gün ‘de acı olur, kara kedi ‘de uğursuzluk olur, karayağız ‘da esmer yakışıklı bir genç olur. Artırın bunları, işte dil işte güzelliğin büyüsü. Ulus olarak sözcüklere öyle kimlikler yüklemişiz ki, ayakkabı gömlek elbise alırken “siyah” deriz de cenazelerde veya yaslı ortamlarda siyahlar değil de karalar bağlanırız.
Bir roman, bir öykü, deneme, makale, tiyatro, biyografi eserini okurken zihninizin karmaşıklığı sözcüklerin renkleriyle donatılır. İlle de ŞİİR.
Yüreğin sesle görünen yüzüdür, şiir. Sevdanın, acıların, ayrılığın, haksızlığın ezilmişliği altında, insanlığını yitirmeden sıkılmış yumruklarda dile gelen duygulardır, şiir. İçerisinde yaratılmışlara (bitki, hayvan, dağ, taş, toprak…) sevgi besleyenlerin gönül rehberidir, şiir.
Yalnızca karşı cinsi etkilemek için değil, Bayrağa, Vatana, İnsanlığa hayranlığın da en güzel anlatım yoludur, şiir.
“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü.../Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü.” Arif Nihat Asya’nın bu dizelerini okuyan veya dinleyenin yüreğinde bu vatanı bize bırakmak için canı veren şehitlerimize ve gazilerimize duyulan minnet duyguları kabarmaz mı?
Şiir, dili temizler, yüreğin kirini atar. Şiir insanlığın söz ustalığı karşısında etkilendiği en güzel bahçedir. Anlam denizinin derinlikleri, gönül okşayan doğanın güzellikleri ve misk-i amber denilen en güzel kokuların yayıldığı ruhlar alemidir.
Şiirle dolan gönül, hakaretten uzaklaşır. Kızgınlıklarını taşlamaların tokatıyla dile getirir. Hele mizahi bir dili varsa taşlanan da güler.
Victor Hugo’nun, aşağıda yer alan “Bakışların” adlı şiiri okuyan dil, duyan kulak sesin doruğundaki güzelliklerin büyüsüne kapılmaz mı?
Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur/Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur...
Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır/Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.
Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder/Sevişenler daima gözlerle yemin eder...
Şiire alışan dilde, nezaket, saygı, incelik ve kültür derinliği vardır. Gönlünü şiirin güzellikleriyle dolduran insanda dost ve arkadaşlarına yaklaşırken estetik endişelere bürünmüş doyumsuz anlatım ve söyleyişlerinde arifane derinlikler sezilir. Tıpkı, Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüm anındaki çaresizliği anlatan doyumsuz dizeler gibi:
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Şiir okumaktan uzaklaştıkça gençlerimiz, çeteleşmenin, gruplaşmanın hırçınlıklarla dolu toplulukların içinde bulur kendini. Böyle olunca da içinde bulunduğu kabın biçimini alan su gibi uymak zorunda kalır, yaşamak ve ayakta kalabilmek için. Çaresizliğin kördüğüm olmuş halidir.
Anaya babaya isyan, toplumsal değerlere isyan, kendini başka türlü teselli etme arayışları, hırçınlık… saymak ve sıralamakla bitmeyen ergen sorunları…
Ve yazmak. İster şiir ister öykü, ne yazarsan yaz. Dene. Kendini bul. Çıkmazlarda bunalmak yerine yazıların satırlarında kaybolmayı dene. O satırlar, bir gün senin gibiyken yol aramakta olana ışık olur. Sen dokunursun insana, insanca insanlık adına.
Yurdunu ter etmekte olan gençler, beyin göçü içinde yitirdiğimiz güçler, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşına başlarken içinde bulunduğu koşulların zor, karmaşık ve umutsuzluk sunan ortam olduğunu unutmayalım. Kaçmakla kendini kurtarırsın ya atanı ya vatanı ya yarınları kim kurtaracak?
Eğitimin MİLLİ bakanlığı, lütfen gençler şiir okumaya teşvik edilsin. Anılar yazmaya, öyküler, denemeler yazmaya teşvik edilsin. Test dünyasında sıkışıp yitmesin yetenekler. Güzel düşünen güzel yazar. Alın teri döken çalmayı düşünmez.
Dünya çapında yazar ve şairlerimiz bundan sonra da yetişsin. Yetişsin ki, övünç kaynağı değerlerimiz artsın. Değerlerimiz artırmanın yollarından biri de değerlere sahip çıkmaktır.
Okulundaki öğretmeni değersizleştirip, dışarıdan birilerini “değerler eğitimi” için sınıfa sokarsanız; öğrenciye adalet terazisinin gerçekten adil tartı olduğunu gerçek hayattaki uygulamalar göstermez de ahiret turları adıyla korkutarak vermeye kalkarsanız; sözde çevreci olup gerçekte çevre katliamcılarına sahip çıkarsanız, gerçekten bravo, umudumuzu, yarınlarımızı geleceğimizi budamakta çok başarılı oldunuz. Bu da milli eğitim değil, mil takılarak sürüklenen bir ulusu felakete taşıyan eğitim aracı demektir.
Partilerin eğitim politikası yerine MİLLİ EĞİTİM POLİTİKASINI yürüten parti programları olsun. Partiden partiye değişen uygulamaları bırakın, aynı partinin göreve getirdiği bakanlarında bile uygulama farklılıkları olursa, kişilikli, kimlikli onurlu insanlar yerine yanar dönerler yetiştiren bir çizgiye ulaşırız.
İşte o zaman yeni doğan çeteleri, fenomen rezaletleri, çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri, tecavüzler, gasp, fuhuş, uyuşturucu batağında “Yarın başımıza ne gelecek?” sorularının uçuştuğu güzel(!) günlere ulaşırız.
Suçum düşünmekse, ben de bu suçu işleyerek, böyle düşündüm.
İnsan onuruna yakışan adil, aydınlık, bilimsel çizgilerin ve aklın ışığında Atatürk’ün gösterdiği tam bağımsız Türkiye’de aydınlık yarınlar sizlerle olsun.
2024
BİR CEVAP YAZ