11 Ekim 2020, 14:24 tarihinde eklendi

NE/NEDEN DEMİŞ KARAMANOĞLU MEHMET BEY

NE/NEDEN DEMİŞ KARAMANOĞLU MEHMET BEY

 

Ne kadar iyi yabancı dil bilirseniz bilin, canınız yandığında anadilinizle haykırırsınız. Anadil, insanların ruhlarına işlemiş, kişiliklerinin bir parçası olan vazgeçilmez değerdir.

  İnsan, anadiline hor bakıyor, kendi dilini yetersiz görüyorsa, asıl yetersiz olan kişiliğidir. Asıl yetersiz olan kendi değerleri hakkında var olan bilgi birikimidir.

  “Dergâhta, bargâhta, düğünde, dernekte bundan gayrı Türkçeden başka dil kullanılmaya.” diyen Karamanoğlu Mehmet Bey’in bu sözü üzerinden yaklaşık 700 yıl gibi bir zaman geçmiştir.

  Dilimizi yazarlarımız, şairlerimiz zaman zaman dalgalandırmışlardır. Bir dönem, Arapça- Farsçanın etkisinde, Osmanlıca da denilen karma dilin doğmasını sağlamışlar, bir dönem de “Türkî-i basit” akımıyla, dilimizin sadeleşmesi uğrunda çaba harcamışlardır.

  Özellikle aydın geçinen yazarlarımız, Osmanlıcayı yerin dibine sokmak için acımasızca eleştiri yaparken, yazıp çizdikleri ortamlarda bu kez de batı dillerinin işgalini gösterecek kadar çelişki içine girerler.

  Teknolojiye sahip olan uluslar ister istemez baskın bir kültürün de sahibi olurlar. Bu gerçek yadsınamaz. Ne var ki, yozlaşmakla, kültür baskısı da bir birine karıştırılıp, amaçsız; kişiliksiz; ilkesiz yaşantının içine giriyoruz.

  3G teknolojisi ülkemizde kullanılmaya başlandı. Ne güzel, adı da 3G olarak işlendi. Daha bir ay geçmeden, 3G olan söyleyişi, -okunuşuyla yazıyorum- tırii ji olarak seslendirme sorumsuzluğunda olanlar karşımıza çıktı.

  Gerekçe neymiş, teknoloji batılı ise, adı da batılı olmalıymış. Buzdolabının teknolojisini biz mi oluşturduk da adını, “buzdolabı, soğutucu” gibi Türkçe’nin güzel örnekleriyle oluşturduk. Aynı düşünceyle, “derin dondurucu” da dilimize yerleşmiş bir kullanımın ürünü değil mi?

  Bilgiyi saymak, sıralamak adına computer karşılığı kullandığımız “bilgisayar” da dilimizin güzel sözcüklerinden değil mi? Bilgisayar teknolojisini biz mi oluşturduk? Elbette ki hayır. Geleceğini bildiğimiz bir ürün gelmeden, adını koymak gibi bir sorumluluğun dile olan katkısıdır, bu tür öncü davranışlar.

  Yabancı dil öğrenilmeli. Bir değil, iki hatta üç, dört yabancı dil bilsin insanım. Hem de çok iyi derecede bilsin. Bir dilden birkaç sözcüğü konuşmaları arasına serpiştirerek, kendini medeni, çağdaş ya da kültürlü gösterme çabaları içindeki insanın komik duruma düşmesidir yadırgadığım.

  Değerli okuyucum dikkatinizi bir noktaya çekmek istiyorum. Dilde yozlaşma dediğimiz, kendi dil değerlerinden uzaklaşma davranışları başta spor, moda, teknoloji olmak üzere gençlerin özellikle ilgilendiği alanlarda daha yoğun olarak karşımıza çıkmaktadır.

  Böylece, yaşam deneyimi daha az olup, geleceği görme konusunda eksiklikleri bulunan bir kuşağı ele geçirince, geleceği de ele geçirmiş olmaktadırlar.

  Bir ulus düşünemiyorum, diline bizim kadar sorumsuz yaklaşan. Bir kanadımız, iman ve din gerekçesi ile Arapçayı günlük kullandığı dil gibi yaygınlaştırırken, bir kanadımız öz Türkçecilik çizgisiyle aşırı bir tırpanlama içersindedir.

  Sağcı çizgideki düşünürler, her konuda milliyetçi yaklaşımı benimsemişken, dil söz konusu oldu mu imparatorluk ruhu anlayışıyla dilde sınırsız bir özgürlükten yana.

  Solcu çizgideki düşünürlerse her konuda evrensellik, hümanizm ve özgürlükçü anlayışa sahipken, dil açısında son derece milliyetçi bir tutum sergilemektedir.

  Bu çelişkileri anlayamadığım gibi, açıklamaya da gücüm yetmiyor. Kaldı ki dilbilimcilerimiz de kendi içlerinde bölünmüş bir tablo sergilemekte. Bu çelişkilerin kaynağı ne olabilir diye düşündüğümde, komplo teorilerini aratmayacak düşüncelere kapıldığımı da söylersem abartma olmaz.

  Yıllar önce ülkemizi de etkileyen 1986 Çernobil faciası sonrasında radyasyon var mı/ yok mu tartışmalarının alevlendiği günlerde, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanı, “Radyasyon yok.” biçiminde açıklama yapması için baskı gördüğünü açıklayarak istifa etmiş, yerine getirilen Başkansa, bu milletin gözünün içine baka baka “Radyasyon yok.” demişti.

  Bu ve benzeri örnekleri ülkemde yaşayınca, dil bilim adamlarımızın da böyle bir takım çıkmazların içinde olduğu endişesi doğuyor içimde.

  1985/6 yıllarında TRT gibi kurumun başında bulunan genel müdür, bir basın toplantısıyla, içinde “olanak, gereksinim, sözcük, olasılık…”gibi sözcüklerin de bulunduğu, sanırım 200 civarında sözcüğe TRT ekranında yasak getirildiğini duyuruyor. Bu yasakların gerekçelerini açıklarken de, aklımda kaldığı kadarıyla, “Size dağıtılan listede bulunan ve bazılarını örneklediğim sözcüklerin TRT’de kullanım olanağı ve olasılığı kalmamıştır.” diyordu. İşte, ciddi bir kurumun başında bulunan sorumlu kişinin yaşadığı, içinde bulunduğumuz durumu özetleyen çelişki.

  26 Eylül Dil bayramımızı, iyi değerlendirelim. Dil düşünmenin anahtarıysa, anahtarımız eğri olursa düşünce kapıları doğru açılmaz. Yaşadığımız siyasal ve sosyal çelişkilere; ekonomik güçlüklere iç ve dış sorunlara karşın, hiç değilse akademik dünyamız, dil alanının yetkilileri; uzmanları ilkeli ve doğru düşünmenin anahtarı olan dili çocuklarımıza sunmak için ilkeli bir birlikteliğin için de olsunlar.

  Buna, Ulusça çok gereksinimimiz var.

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *