ÇANAKKALE’DEN İSTİKLAL MARŞINA
Savaş tarihi açısından bakıldığında, örneği olmayan bir zaferin adıdır, Çanakkale. Kınalı kuzuların vatana kurban olduğu, her karışını şehitlerimizin kanıyla suladığımız cephedir, Çanakkale.
Talihsizliğimize bakın ki, yalnızca Çanakkale’de 250.000 şehit vererek kapılarına kilit vurduğumuz vatan topraklarında; cephelerde yenilmeyen Osmanlı’ya, birikmiş hırsların etkisiyle hareket eden düşmanların, masa başı oyunlarıyla işgal altına alındığı günler yaşanıyordu.
Düşünce geçmişi daha gerilere gitse de, Kurtuluşa giden yolda güneş, Samsun’dan doğduğunda tarihler, 19 Mayıs 1919’u gösteriyordu.
Başarılı geçen kongrelerin ardından, Misak-ı Milli karar altına alınmış, İstanbul’daki son Meclis-i Mebusan’ın baskına uğramasından sonra, Ankara’da TBMM kurulmuş, bağımsızlık savaşı artık başlamıştı.
Özellikle 1.ve 2. İnönü zaferleri ardından, devlet olma niteliğine bürünen Anadolu hareketi, örgütsel yapılanmasını da sürdürüyordu. Bunlardan biri de gökyüzünde gururla dalgalanan ay yıldızın gür sesi olacak olan, İstiklal Marşı’nı belirlemekti.
Burada, yarışma aşamasını, Akif’in, ödül için yarışmaya katılmadığını, ödülden vazgeçildiği açıklanınca, Akif’in bir gece sabaha karşı, Tacettin Dergahanı’nın küçük penceresinden, kar altındaki Ankara toprağına bakarak yazdığı şiirin, ayakta alkışlar arasında kabul edildiğini uzun uzun anlatmayacağım.
Gençliğimizin, kuşak çatışması adı altında ve özgürlük nutukları arasında, ulusal değerlerimizden nasıl uzaklaştırıldıklarına bakmak gerektiği kanısındayım.
Çanakkale Zaferi, özellikle öğrenci kökenli (üniversite ve lise öğrencileri) şehitlerimizin kanlarıyla yazılmış destandır. Bu nedenle, genç cumhuriyet devletini, bilimin aydınlığına götürecek okumuş bir kuşak yoktu.
Bağımsızlık kazanılmış ancak, Atatürk’ün deyimiyle, esas savaş şimdi başlamıştı. Cumhuriyete giden yolda yaşananlar anlatılmalıydı. Neden cumhuriyet, neden yeni yazı, neden laiklik… ve daha birçok soru Anadolu’nun en ücra köşesine kadar anlatılmalıydı.
İslam’ın sade yapısını hurafelerle donatanların yarattığı karanlıklara karşın, aklın yolu bilimin doğrularıyla aydınlatılmalıydı. İşte, bu görevi üstlenecek eğitimli gençlerimiz, şehitlik makamına ermişti.
Kendi yağıyla kavrulmaya çalışan Anadolu insanı, genç devletin bir yandan cehaletle boğuştuğunu, bir yandan olmayan teknolojisiyle üretim yapmaya çalıştığını, bir yandan Osmanlı’dan kalan borcu ödemeye çalıştığını bilmiyordu.
Kapitülasyonların batağa sürüklenen sanayimizin, devlet eliyle, devletçilik ilkesiyle yapılan yatırım ve sanayi hamlelerini; yüz yıllarca kul anlayışıyla bakılan halkın, cumhur olmasını sağlayacak adımları, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme çabalarını halkın bilmesi gerekirdi.
Lozan’da, beklemedikleri bir anlaşmaya imza atmak zorunda kalan devletlerin, er geç bir yol bularak Anadolu kapılarını yoklayacaklarını halka anlatmak gerekirdi.
Tarih boyunca kurulup yıkılmış Türk devletlerinin, dış güçlerin tezgâhına dayalı oyunlarla yıkıldığını, sunulabilecek sahne bulunmasıyla oynanacak bir oyunun Türkiye Cumhuriyeti için de senaryolarının yazılmış olacağını anlatmak gerekirdi.
13 milyon nüfusa sahipken kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde, %10 civarında okuma yazma bilenin olduğunu; ortaokul mezunlarının bakanlıklarda müdür görevlerine getirildiğini hesaba kattığımızda, yalnızca tarım ürünleri satarak sanayi ürünleri almaya çalıştığımız o günlerin zor yıllar olduğunu, bugünün gençlerine aktarmanın yollarından birinin kutlanacak gün ve haftalar olduğunu görmek gerekir.
Bugün, resmi program çerçevesinde hazırlanan etkinlikleri hem hazırlayanların hem izleyenlerin hem de hazır bulananların bir kısmının, resmi bir görevi yerine getirerek, yasal yükümlülükten kurtulma hareketi içinde olduğu sürece, eğitimimizin bir ayağının aksadığı kanısındayım.
Mustafa Kemal’in nasıl bir teknolojik olanak; nasıl bir eğitim ortamı içinde bu zaferleri gerçekleştirdiği gerçeğini, bugünün olanaklarıyla anlatırsanız, tarihsel gerçekleri gölgelemiş olursunuz.
Çanakkale’nin kahramanı, Kurtuluş Savaşı’nın komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı, Mustafa Kemal’in hedeflediği çağdaş uygarlık yolunda neleri kastettiğini doğru anlamak için, böylesine önemli günleri, emir; yasal gereklilik olarak görmeden, ilelebet var olmasını istediğimiz, bağımsız ve güçlü devletimiz için yapmalıyız.
Bu tür programları, ülkesini; bayrağını, milletini seven, birlik ve bütünlüğümüz için görev verildiğinde, tereddüt etmeden üstlenen gençler yetiştirmek eğitim fırsatı olarak görmeliyiz.
Geçtiğimiz yolların gülle donatılmadığını; özgürce yaşadığımız toprakların kolay kazanılmadığını, var olmanın bir adının da düşmanı ve oyunlarını bilmek olduğunu; geçmişle övünerek başımızı kuma sokmak yerine, geçmişten alacağımız dersle ileriye değil yürümek, koşmak gerektiğini; insanca ve barış içinde yaşamanın olabilmesi için sevgi, bilgi, hoşgörü ve evrensel değerlere sahip çıkmak olduğunu, gençlerimize anlatmak için, bu fırsatları iyi değerlendirmeliyiz.
İstiklal Marşımızı ne için söylediğimizi bilmek, Çanakkale’de gençlerimizin neden şehit olduklarını anlamak demektir.
BİR CEVAP YAZ