01 Mart 2021, 20:21 tarihinde eklendi

DEMESEM OLMAZ

DEMESEM OLMAZ

 

Atalarımız ne güzel söylemiş, “Su uyur, düşman uyumaz.” diyerek. Devletimizin kuruluş belgesi, bağımsızlığının tapusu Lozan Anlaşması sonrasında, İngiltere Başbakanı Llyod George, “İngiltere’nin şimdiye kadar imzaladığı anlaşmaların en alçaltıcı olanıdır.” * diyerek, Anlaşma karşısında yaşadıkları ruh halini ortaya koymuştur.

İngilizlerin ünlü tarihçisi Toynbee de “Hemen hemen her konuda Türk ulusal istekleri, Lozan’da müttefikler tarafından kabul edilmiştir. Ve dünya tarihte eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır. Yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en büyük ulusları ile tam eşit koşullar içinde karsı karsıya gelmesi ve Büyük Savaşın bu galiplerini dize getirerek her isteğini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydi.” diyerek, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde tarihe altın harflerle yazılan zaferimize karşı içlerindeki husumeti, kıskançlığı, öfkeyi tarihe not düşmüştür.

            Masada İngiltere adına oturan Lord Curzon, İnönü’ye dönerek, Küçük dev adam, “Memnun değiliz Lozan Antlaşması’nın müzakeresinden. Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Reddettiklerinizin hepsini cebimize atıyoruz. Harap bir memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var. Bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. Cebime attıklarımın hepsini çıkaracağım, sizden hepsini geri alacağım. dediği zaman, Baş delege İsmet İnönü, “Mustafa Kemal gibi bir lider ve emrinde O’na inananlar oldukça siz daha çok beklersiniz.” demiştir.

Lord Curzon, bu cevap üzerine, “Meraklanmayın, planlarımızı sizden sonrası için yapacağız.” diyecektir.

Yıllar, yılları kovalayacak, takvimler 2021 yazacaktı. Kendi ülkemde zaman zaman Lozan tartışmaları da bu geçmiş günler içinde yaşanmış olacaktı. Sen, kendine saygı göstermez, kendi değerlerini tartışmaya açarsan, el oğlu balıklama atlar, üzerine çullanmak için doğan fırsata.

Masada o tarihte olup da bu Anlaşmayı imzaladığı halde hala onaylamayan ülke var mı, diyerek bir araştırma merakıyla internet dünyasında gezindim, evet, imzaladığı halde onaylamayan bir ülke vardı: ABD

Gerekçe, Türklere gereğinden fazla ödün verilmesi.  Talihsizlik tarih olarak karşına çıkmayagörsün, halin perişandır.

Osmanlıdan kalan borçları öderken bile dış borç alınmamışken, 1950’den sonra rahat yaşamamız çok düşünüldüğü(!) için Amerikan borçlarıyla tanışmışız. Var olan helikopter, uçak fabrikalarımızı kapatmış, ucuza alınan Amerikan mallarının hurdalığı olmuşuz. Atalarımız ne güzel söylemiş, “Kötü komşu adamı mal sahibi yapar.”

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası yaşanan ambargolar, kendimize gelmemizi sağlamış, devletlerarası ilişkide hatır gönül işlerine yer olmaz düşüncesiyle uyanmışız. Bugün övündüğümüz silah sanayimizin yeniden adımlarını atmaya başlamışız.

Eğitimde dev adımlar atmamızı sağlayacak Köy Enstitülerini, komünizm gerekçesiyle kapatmayı başarmışız. Van eski Milletvekillerinden Bıruki Aşireti reisi ve 258 köy ağası Kinyas KARTAL, hem kendi anılarında hem yazar Mustafa AYDOĞAN’ın Köy Enstitüleri ile ilgili kitabında yer alan Sabri TIĞLI’nın anılarında samimi bir itirafta bulunarak, Demokrat Parti’ye oy verme pazarlığı karşılığında   köy enstitülerini kapattırdıklarını ifade eder. Ayrıntıları Kinyas KARTAL’ın anılarını yazdığı kitapta ve aynı zamanda köy enstitülü olan Mustafa AYDOĞAN’ın araştırma kitabında bulabilirsiniz, deyip asıl konumuza gelelim.

Köy enstitülerini kapatıp yerine “Uyu uyu yat uyu.” diyen sistemleri koymuşuz. Bilime, aydınlığa koşmak yerine gün geçtikçe gericiliğe koşmuşuz. Akıl, bilim yerine merhum ilahiyatçı Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün deyimizle, ALLAH İLE ALDATMA ustası olmaya başlamışız.

Covid-19 kapımızı çalınca, Refik SAYDAM Hıfzıssıhha Kurumu’nun değerini anlayıp kapattığımız aşı üretim sanayisinin izlerini arar olmuşuz.

Felaket tellallığı yapıp içinizi karartmak değil amacım. Bu anlamda kaybettiğimiz daha nice Cumhuriyet ruhuyla yaratılmış güzellikleri sıralamaya kalksam bir kitap dolusu örnek de çıkacağı kesindir. Oysa, tarihini birilerinin insafına bırakanların, ulusal güvenliğini başkasının merhametime terk edenlerin sonu haraptır, hüsrandır. Mehmet Akif ERSOY, “Allah, bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” derken, o gün yaşadığı acının; üzüntünün; yokluğun büyüklüğü ile aslında haykırıyordu: Birlik ve bütünlüğünüze sahip çıkın.

Lozan’ı onaylamayan ABD, Kuzey Irak adıyla bir bölge yarattı, aslında kuklalarıyla özgürce oynayacağı alan hazırladı. Yine ABD, Kuzey Suriye diyerek Irak benzeri oyunlar oynanmakta. Aynı ABD, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’la liseli aşıklar gibi cilveleşmekte, Rusya ile aramızı açmaya çalışmakta.

Sözü dolandırmadan söyleyeyim, Türkiye dört bir yandan sarılmakta. NATO üyesi olup müttefikimiz olan ülkelerin birisi için örneğin Fransa, örneğin İngiltere ya da ayrılıkçı endişesi bulunan diğer müttefiklerimizden birisinin bölücülerine topraklarımızda yer versek, onlara binlerce TIR dolusu silah yardımı yapsak, bize bakışları ne olur?

2021 Şubatının son günlerinde, İran’ın destelediği Suriye’deki savaşçılara askeri yardım malzemesi götüren konvoy ABD tarafında vuruluyor. Bir askerini kaçıran Filistinlilere İsrail günlerce bomba yağdırıyor, onlar devlet oluyor da biz neyiz?

Mustafa Kemal ve silah arkadaşları zafer için yola çıktıklarında bugünkü gibi ordusu, sanayisi olan devlet yoktu ortada, ancak inanç ve imanları vardı. Kendi geçmişlerinden korkuları, ya da koltuğa oturmak için uluslararası destekçileriyle girişik çıkar ilişkileri yoktu. Bildikleri doğrular, inandıkları tarihiyle bir millet ve başarma azmi vardı. Kaldı ki içerideki işbirlikçi hainler de cabası. Sonuç: Zafer.

 Bugün bizi alıkoyan ne? ABD’ye Lozan’ı onaylatma talebiyle mi yola çıksak? Dost görünen düşmanlarımıza asıl amaçlarını bildiğimizi söyleyerek, sözü eğip bükmeden temizliğe mi başlayarak yola çıksak? Devlet değerlerimiz ve övündüğümüz anılarla dolu geçmişimizle barışıp Vahabi kültür emperyalizminden mi başlayalım temizliğe? Arkasına düştüklerimiz için uşak gibi görenlere, arkamıza düşecekleri adımlar atarak mı başlasak?

Lütfen, değerli yönetenler, geleceğimizi karartmak isteyenlere aydınlık geçmişimizin ışığında verilecek cevaplarımız, cevap vermeye yüreğimiz var. Daha kaç ana ağlamalı? Daha kaç yuva yıkılmalı.

Politik endişelerden uzak, 84 milyonu kucaklayan ilkelerle, Cumhuriyetimizin temel değerleriyle, birlik ve bütünlük için, sevgiyle; saygıyla; bilgiyle bir bütün olarak yaşamak için -demesem olmuyor, bir kez daha- Atatürk’ün sözüyle: Ya istiklal ya ölüm.

                                                                                                                                                                                                                                   2021

 

*Yazıda yer alan bilgiler birçok kaynakta var olduğundan belli kaynak adı yazılmamıştır.

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *