GÜVEN, SİZSİNİZ
Yıkılmaya gör, çaresizliğin düşmek değil, kalkmaya giden yolda gücün olduğu halde, aşabileceğin engelleri aşarak kalkamamaktır.
Dost bildiklerinden, dostça yaklaşımların sağlamlığında destek görememekle başlayan engeller, çaresizliğin ilk adımı gibi görülse de aslında ilk engel, içinde bulunduğun ruhsal yapının yıkılmasıdır.
Yıkılmaya görsün dostun bağrında yeşerttiğin güven ağacı… Yıkılmaya görsün, sevgilide sana olan inanç bağları… Hiçbir şeye benzemez engeller arasında, onların yıkılması. Güven duygularını taşıyan inanç kavramını, konuşmalarınız; davranışlarınız; yaptıklarınız ve yaşadıklarınız besler.
Kırılmaya görsün, bunlardan bir tanesi. Yıkılmaya görsün dosta giden yolda bunlardan biri. Yılların gerisinde kalan emekleriniz tartışılır, geçmişiniz sorgulanır, yapılan bir hata; yaşanan bir yanlış; yıllarca sürdürülen onurlu yaşantınızı, kimliğinizi, kişiliğinizi tartışılır hale getirir.
Silinir bir anda bütün güzel eserleriniz. Üzerinde lekeler taşıyan bir deriniz vardır artık. Giysilerinizle örtseniz de lekelerinizi, kırılan dostun gözleri giysiniz altındaki lekeli derinize dikilmiştir.
Siz ilk defa tanınırmışçasına, incelenir; yorumlanır, değerlendirilirsiniz. Yargılar aleyhinize dönmüşse, çabalarınız, hatasını örtmeye çalışan suçlunun çırpınışı olarak görülür. İçinize döner de “Allah’a sığındım. Birilerine bir şeyler anlatmak zorunda değilim.” dersiniz, bu kez de “Suçlusunuz ya”, suçluluğun kabullenilmesi olarak algılanır.
Herkesin güldüğü ortamda, gülmeye hakkınız yokmuş gibi bakarlar. “Sen sus.” diyen gözlerin baskısı ezer yüreğinizi. “Ben ne pislikmişim ne berbat adammışım ne sahtekâr ne güvenilmez biriymişim?” diyecek kadar kendinizi hesaba çekersiniz.
Bir hata, bilerek yapılmış bir yanlış, tıpkı trafik kazası gibidir. Size duyulan güven saatte 120 Km ile giden bir otomobil olsun. Trafikte bir hata bütün doğruları götürür. O güven arabasını bir hata sonucu çarptınız; güven öldü. Son pişmanlık fayda etmezi de geçtim, pişmanlık duymaya bırakılacak mısınız?
Halk arasında durumu anlatan güzel sözler vardır: Kırk gün sırtında taşı, bir gün yoruldum diyerek yere indir, senden kötüsü yoktur.
Hata yapanı mı savunmak istiyorum; hayır. Yanlışı yapan herkes iyi niyetlidir gibi bir düşüncem mi var; hayır.
Yüce Yaratıcımız, tövbe denilen bir kapı açıp, pişmanlık duyana; doğruya dönmeye çalışana; yanlıştan vaz geçmeye çalışana bir şans vermiş. Ey İnsanlık, Rabbiniz’ in gösterdiği hoş görüden de mi uzaktasınız?
Affetmek, büyüklüktür, diyen atalarımız, bu büyüklüğü Yüce Yaratan’ın bağışlayıcılığına mı dayandırmışlardır? O bilinmez ama affetmenin ne kadar zor olduğunu affedecek kişi, affedildiğini bilmek de affedilen kişi için çok önemli bir adımdır.
Bu düşünceyi, yaşantımıza indirgeyelim. Kardeşler arasında mal kavgaları ve güven duygusu… Eşler arasında aldatma korkusu ve güven duygusu… Öğretmen öğrenci arasında not alışverişi ve yıkılan güven duygusu… Seçmenle seçilen arasında yaşanan vaat tablosu, gerçekleşmeyen vaatler ve yıkılan güven duygusu… Hatalı sollama yapan sürücü ile can korkusu taşıyan yolcunun arasında kaybolan güven duygusu…
Müşteri ile satıcı arasında hileli mal yüzünden kaybolan güven duygusu… Yıllarca, şampiyon olamamış bir takımla taraftarı arasında her sezon sonu yaşanan yıkılmış güven duygusu…
Neresinden bakarsanız bakın yıkan da yıkılan da insan. Yapan da bozan da insan. Güldüren de ağlatan da insan.
Ana karnından çırılçıplak ve masum doğan bir bebek; can, şeker, sevimli bir bebe… O sevimli bebe, katillerin arasında büyürse, doğru, onun için adam öldürmektir. Helalinden kazanan işçi aileler arasında büyürse, onun için doğru, alın terinin kutsallığında gizlidir. Hırsızın yanında hırsızlık; içkicinin yanında içkicilik, doğrunun yanında doğruluk tarafında yer alır o dünyalar güzeli bebe…
Atalarımız, bir kavganın neden çıktığının bilinmediği durumlar için, “Ölende mi, öldürende mi?” diyerek, ince bir vurgulamayla bir başka derinliğe dikkat çekmişlerdir. Son günlerin, slogan gibi kullanılan, “Oğlum, bak git!” deyişindeki derinliğe bakarak, atalarımızın ne demek istediği daha doğru algılanıp, daha doğru anlaşılacaktır.
Bebelerin yarınlarını hazırlayan olaylar zinciri, yaşadıklarının bilinçaltına yerleştirdiği birikimleri oluşturur. Genetik yapıdan getirdiği zekâ ve akıl gücünü, bu birikimleri hayatına indirgemek için kullandığında, karakteri ortaya çıkacaktır. Karakteri oturmaya başlayan kişi, karakterine uygun yaşantılar geliştirebileceği ortamları aramaya başlar.
Her insan için aşağı yukarı aynı olan bu gelişim, kimilerinde dönüş adımlarıyla, yaşantısını değiştirme adımlarının atıldığı günlere götürür kişiyi. Bu bazen, iyinin kötüye dönüşmesi; bazen de kötünün iyiye dönüşmesi biçiminde gelişir.
İşte bütün ayrıntı bu dönüşüm çizgisindedir. Yıkıldığınız an da yüceldiğiniz an da o zaman başlar. Sizi o güne kadar alışkanlıklarınıza göre değerlendirenler, bu dönüşümden sonra sizin için yeni bakışlar, yeni düşünceler oluştururlar.
İşte bu noktada, GÜVEN SİZSİNİZ.
Bu durum, kalecilerin başına gelen tatsız bir son dakika gölü gibidir: 89 dakika harika kurtarışlar yapan kaleci, 0-0 giden karşılaşmanın son dakikasında şanssız bir gol yedikten sonra, 1-0 yenilen takımının yenilme nedeni olarak gösterilir. 89 dakikalık başarı, bir şanssız golle silinip gitmiştir.
Yaptığınız işler, iyilikler; güzellikler; sevgiler, bir hata ile silinip giderken, karşılığında bir de mağdur yaratarak sizi suç ve ayıp çemberinin ortasına çekmiştir.
Yaşam, bazen bir fırsatla sizi güzelliklere götürebildiği gibi, bir şanssızlıkla da sizi yıkıntılara götürebilir. E, kolay değil atalarımız teşhisi yıllar öncesinden koymuşlar: Ne oldum dememeli ne olacağım demeli.
BİR CEVAP YAZ
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *
Harika hocam ellerinize sağlık.????????????????