09 Şubat 2021, 21:07 tarihinde eklendi

KARIŞMAYIN RAMAZAN GİRMİŞTİR KAFAMA

KARIŞMAYIN RAMAZAN GİRMİŞTİR KAFAMA

     Birçok kişi, oruçtan etkilendiğini karşısındakine hissettirmek için, farklı biçimlerde anlatım yollarıyla dile getirir. Kimisi gerçekten bedensel zayıflıktan dolayı halsizdir, kimisi de inanç zayıflığından dolayı sinirlidir.

       Ne var ki, sinirli halini “Oruç tuttuğum için sinirliyim.” demez, “Sigarasızlıktan / uykusuzluktan/ sahur yemeğini az yemişim…”gibi bahanelerle dile getirir.

       Şimdi sinirli olduğunu dile getirerek oruçtan etkilendiğini dile getiren arkadaşlarımızın durumlarını mercek altına alalım:

      Şakayla takılmak istediğiniz bir dostunuz, gergin duruyor ve şakanıza karşılık vermiyorsa merak edersiniz. Yanınızda bulunan diğer arkadaşınıza sorarsınız. “Nesi var bunun? Bu gün neden böyle davranıyor?” dersiniz. Aylardan ramazan ayı ve saat günün ikindiye yaklaşan dakikalarını gösteriyorsa, danıştığınız arkadaşınız, dostunuzun oruç olmasından yola çıkarak, “Karışma, ramazan girdi kafasına.” der.

     Bu söz herkes için söylenmez, çünkü herkes söyletmez. Ancak, söyletenleri de kırmak incitmek istemiyorum. Fakat bu anlamda bir söyleşi kültürü doğmuşsa, incelemek gerektiği düşüncesiyle inceleyelim, diyorum.

      İslam’ın 5 şartından biri olan oruç tutmak, neden böyle bir söyleşiye zemin oluşturmuştur? Ya da namaz kılan birini sinirlenirken gördünüz mü? Kelime-i Şahadet getirirken kızan birini gördünüz mü? Zekât verirken yoksulları, gerçek ihtiyaç sahiplerini araştırıp veren birini kızarken gördünüz mü?

      Aylar öncesinden hazırlanan, eşiyle dostuyla vedalaşan, helallik isteyen ve dönüşünde hacı olmanın mutluluğu ile ziyaretçilerini karşılayan insandaki olgunluk ile oruç tuttuğu için “kafasına ramazan giren” kişinin kızgınlığına tanık oldunuz mu? İslam’ın 4 şartını kızmadan yerine getirirken, oruç tutarken neden kızgınlık? Hepsi de İslam’ın şartı olduğu halde bu kızgınlığa anlam veremiyorum.

     Aslında soruların yanıtı kolay. İçi boş yanıtlar aramaktansa, soruya neden olan ibadet biçimine  araştırmacı bir gözle bakalım:

     Değerli okuyucum, düşün! Gösteriş yatmasın bu davranış altında!

   Oysa ibadet, gösteriş için olmadığı gibi, kul için de değildir. İbadet Yaratan’a yapılırken, kulun, kulluk görevi olarak algılanıp, içten; dürüstçe ve gösterişten uzak olarak yerine getirilmelidir.

    Hal bu ki, namaz kıldığında, cemaat görmekte. Zekât verdiğinde, en azından zekâtı alan kişi bilmekte. Hacca gittiğinde âlem bilmekte. Kemle-i Şahadet getirirken sesli olursa yanındakiler duymakta. Sen söylemezsen, ben söylemezsem oruç olduğunu kim bilecek zavallının? Birinin, o zavallının oruç olduğunu başkalarına anlatması gerek.

     Değerli okuyucum, gerçekten, bu tür davranışları gösteren kişilerin davranışlarını değil tüm yaşantısını dikkatle inceleyiniz, bulacağınız cevap çok farklı sonuçlar çıkacaktır karşınıza. Bunların  büyük çoğunluğu kendine güveni olmayan, hatta inançlarını biriyle paylaşmazsa olmadığı şüphesine düşecek kadar yanıldı içinde bulunan insanlar olduğunu görürüsünüz.

     Evinde yemeğini yedikten sonra sokağa çıkıp oruç izlenimi veren kişi, sizce gerçekte kimi kandırmaktadır? Yaptığı işte hilesi bulunan; dedi kodu yapmayı marifet sayan; başkalarının açığını kollayan; kendini din otoritesi olarak görüp ahkâm kesen; kendi eksiği olduğunda “Değiştiremiyorum, huyum bu.” diyecek, başkaları içinse dediğini bırakmayacak bu kişi, oruç olduğu için bir de kızgın olursa, gerçek ibadetin neresindedir? Sıralarsanız bu anlamdaki soruları, çıkmaza girersiniz.

    Oruç bedensel bir ibadet olduğu, nefsi terbiye etmek için olduğu kadar, aç insanların halinden anlamayı sağlamak gibi öğretici; düşündürücü yanı da bulunduğu bilinen bir ibadet biçimidir.

    Sabır eğitimi; hoşgörü eğitimi; paylaşma eğitimi; bir ve bütün olarak bir nimeti şükrederek yerken, kendini aç, yoksul ve muhtaç kişilerin yerine koymak erdemini gösterebilme eğitimi; sağlık için destek eğitimi gibi, insana katkıları olan bir ibadet biçimi olan oruç, sağlık sorunları olanlara da kolaylık sunmaktadır.

   Yüce Yaratanımız, kendisi ile kulu arasına, elçi olarak gönderdiği Peygamberi sokmamışken, kendini herkesin yerine koyan, her şeyi bilen sayan, sözde, din otoriteleri gibi konuşan kahvehanelerimizin, “Ne iş olsa yaparım / ne iş olsa anlarım.” tipli kişileri sayesinde yalnızca oruç değil, bütün ibadet biçimlerinde eksik; yanlış; özünden uzaklaşmış bir uygulama çıkar karşımıza.

    Yüce kitabımız, “Bilenle bilmeyen hiçbir olur mu?” derken ne demek istemiştir, diyerek kaç milyon inanan bu ayetin anlam derinliğine inmiştir?  Yüce Peygamberimiz, bir hadisinde, “ Bizi aldatan bizden değildir.” derken, ne düşünmemizi istemiştir?

   Yüce Peygamberimiz, bir hadisinde, “Ey müminler, iman etmedikçe Cennete giremezsiniz; birbiriniz sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız.” derken, acaba hangi zayıflıklarımızı göstermek istemiştir?

  Ramazan geldi diye pazar ürünlerini pahalı satmaya hazırlananlar; canlı bomba olup, din uğruna diyerek yüzlerce masumun kanına girmeye hazırlananlar; “Ben oruç tutuyorum, sen de tutmalısın.” diyenler, ağzındaki dedi kodu ile cami kapısından içeri girenler, kusuru hep karşısında arayanlar; iman etmişseniz, gelin kendinizden başlayarak bütün insanları kucaklayacak hoşgörü, sevgi, barış ortamında kenetlenin.

  Hükümdar Harun Reşit’e, “10 dakika şu tahtında oturdum, dünyanın dayağını yedim. Sen bir ömür oturacaksın, halini düşündükçe ağlıyorum.” diyen Behlül-i Dana’nın sözünü yalnızca hatırlatmak istedim, her konuda söz sahibi olanlara.

  Kusurum varsa affınıza sığınırım. Yanlışım varsa bağışlamanızı, sözlerimin gerçek iman sahiplerini kapsamadığını bilmenizi isterim.

Hani, Ramazan geliyor ya, söylemesi benden

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *