*KISACA COVİD-19 DOĞUŞU VE YAYILMASI,GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ -2
Koronavirüs, ilk kez 2019 Aralık (biz yönetilenlere basının yazdığı kadarıyla) ayında Çin'in Wuhan kentinde ortaya çıktı. Hızla tüm dünyaya yayıldı. Özellikle solunum yolu rahatsızlıkları ile kendini belli eden bu hastalığın ilk belirtileri arasında kuru öksürük, ateş, halsizlik, eklem ağrısı, boğaz ağrısı, solunum sıkıntıları gibi durumlar yer alıyor. Solunum yollarını hedef alan bu salgın bulaşıcı olduğundan Koronavirüsten korunma yolları araştırılıyor.
Virüsün temas yoluyla bulaşması fark edildiğinde iş işten geçmiş, uçak seferleri uluslararası uçuşlara kapatılmadan, Çin’den ayrılanlar, iyi bir taşımacı görevi yapmışlardır. Bazı ülkelerin yöneticileri “sürü bağışıklığı” politikası ile önlem almayı ağırdan almanın faturasını ağır ödemiş, (İngiltere, ABD gibi), bazı ülkeler de kısıtlamaları hayata geçirmekte geç kalmanın bedelini ağır ödemek zorunda kalmıştır (İtalya, İspanya, Fransa gibi).
Başlangıçta, ülke içi ulaşımlara, sonra uluslararası ulaşımlara önce kısıtlama ardından durdurma tedbirleri getirildi.
Ülkelerde önce bölgesel ardından genel sokağa çıkma yasakları uygulanırken, iş kollarında da ara vermeler ve bazı yasaklamalar uygulanmaya konulmaktaydı.
Dünya için sadece sağlık değil, ekonomik kriz adına da tehlike çanları çalıyordu. Üretim durgunluğu, işsiz sayısında artış, borsalarda ve döviz piyasalarında beklenmedik gelişmeler yaşanıyordu. Kısacası dünyamız zor günler geçiriyordu; virüs bulaşmıştı dünyamıza.
Adım adım değil, koşar adım yayılıyordu, gizli düşman. Ne teknoloji üstünlüğü tanıyor ne zenginlik. Ne eskidünya ne yenidünya. Eskilerin deyimiyle ister “Demirperde” ülkesi ol, ister demokrasinin beşiği, virüs için fark etmiyordu.
Doğrudan ya da dolaylı olarak sağlık sistemlerinin çöktüğü söylenen ülkeler arasında geri kalmış ülkelerden çok gelişmiş ülkelerin olması da şaşırtıcı bir gerçek olarak gündemde yer alıyordu.
Bu durum, 11 Eylül 2001 ‘de ABD’deki ikiz kulelere yapılan uçaklı saldırı sonrası izlediğim bir televizyon haberinde, sokak röportajında kendisine uzatılan mikrofona doğru konuşan Amerikalı bir kadının cümlelerini çağrıştırdı: “Ortalık toz duman. Bağırış çağırış, ağlayanlar, sağa sola bilinçsizce koşanlar. Bir an kendimi bir Ortadoğu ülkesinde hissettim.” 11 Eylül 2001 saldırısı AA arşivinde aşağıdaki biçimde özetlenmiştir:
Amerikan finans sisteminin kalbi New York, 11 Eylül sabahı İkiz Kulelere yönelik terör saldırılarına uyandı.
Newark, Boston ve Washington'dan havalanıp San Francisco ve Los Angeles'a giden 4 yolcu uçağının kaçırılmasının ardından Los Angeles'a giden Amerikan Airlines'a ait kaçırılan yolcu uçağı, yerel saatle 08.46'da İkiz Kulelerin kuzey yönündeki binasına çarptı.
Kuzey kulesi alevler içinde yanarken, United Airlines'a ait kaçırılan diğer bir uçak da ilk saldırıdan tam 17 dakika sonra canlı yayında güney kulesine çarptı.
İkiz kuleler hem ABD hem de tüm dünyanın canlı yayında izlediği saldırıların ardından milyonların gözü önünde dakikalar içinde yerle bir oldu ve Manhattan Adası toz bulutlarına büründü. İkiz Kulelere saldırıların ardından kaçırılan bir diğer uçak ise ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) binasına çarptı. Kaçırılan son uçak ise Pennsylvania eyaleti kırsalında F-16'lar tarafından düşürüldü.
11 Eylül saldırıları sonucu uçakları kaçıran 19 saldırgan hariç, New York, Washington ve Pennsylvania'da toplam 2 bin 977 kişi hayatını kaybetti.
Saldırılarıysa El-Kaide terör örgütünün lideri Usame Bin Ladin üstlendi.
Evet, yıkıntıyı, gözyaşını, ölümlü saldırıları kendi ülkelerine yakıştırmayanların, virüs karşısında kaldıkları çaresizlik de bu kibirli dünya görüşünün eseriydi. Belli ki virüs, bedenlerimizden çok önceleri ruhlarımıza bulaşmış.
Öyle ki, dünyanın jandarması olduğunu iddia eden ülkeler, soğutuculu kamyon kasalarından geçici morg yapmak zorunda kalmışlar, hastane koridorları, ceset torbalarıyla dolu birer morg görüntüsü almıştı. O gün toz dumanı ülkelerine yakıştıramayanlar, dünya devi olduklarını iddia eden bir ülkenin vatandaşı olarak bu görüntüleri yakıştırabiliyorlar mıydı?
Acısını duymazsa bir insanın bir insan, gözyaşları onun yüzünü ıslatırken, kendi vicdanında ateşler yanmıyorsa, ortak paylaştığımız doğanın, havanın, güneşin altında kime insan denilebilir? İnsanlık sözcüğünün içini nasıl doldurabiliriz?
Asla, felaketin ardında sevinmek olmaz. Atalarımızın bir sözü: Yas yerinde düğün olmaz. Acı insanlığın, felaket insanlığındır. Ama ABD politikaları yüzünden evsiz barksız, yurtsuz yuvasız kalanların acılarını duymayanlar için, ne acı bir ders olmuştu. Gerçekten, Ortadoğu’ya kan gölünü reva görenler, küresel bir felaketten ders almışlar mıydı?
İbadethanelerin kapatıldığı, toplu ibadetlerin hele Müslümanlar için teravih namazlarının yasaklandığı zor günlerde, hükümetlerin peş peşe önlem kararlarının, ekonomik kararların uygulamaya konulduğu günlerde, dünyamız, ölümle pençeleşenlerin acısının, yakınları ölenlerin ağıtlarının ağırlığını omuzlamıştı.
Siyasal egemenlik düşüncesi ve emperyalizmin acımasız tutumları nedeniyle dünyanın dört bir yanında açlık, susuzluk, hastalık ve savaşlar can alırken, demek ki bunları asla hissetmediler. “Ne oldum değil ne olacağım demelisin.” der atalarımız.
*Bu yazı 2020'de yazılmış ancak yayınlanmamış PENCEREMDEKİ COVİD-19 adlı kitabımdan alınmıştır.
BİR CEVAP YAZ