NE ZAMAN GEÇTİ BİR YIL/YILLAR
Tam bir yıl önceydi. Yola çıkmadan, sağlık durumunu bir defa daha sormak için aradığım babam, “Kar getir oğlum.” diyordu. Kısılmış sesi, ağrılı olduğunu her hecesinde yüreğime işlerken, içinin yangını beni de yakmıştı.
Bir istek karşısında, insanın çaresiz kalması nedir bilir misiniz? O istek, ömrünün son günlerini yaşadığını bildiğiniz; canınız, sevdiğiniz; sağlığında arkanızda kurulmuş dağ; kolunuz, kanadınız olan bir insana aitse ve siz çaresizseniz… Sözcükler, içimde düğümlenen çaresizliği anlatmaya yetseydi, bunu babam için en güzel sıfatlarla, en güzel tamlamalarla yapmak için yazarlığımın bütün gücünü kâğıda dökmek, içimde kilitlenen çaresizliğe mükemmel ilaç olurdu.
Yollar, bir türlü bitmese de, sabahın ilk ışıklarında başlayan yolculuğum, akşamın ilk dakikalarında, baba ocağı evimizin kapısında tamamlanmıştı. Babam bir ay önce yanından ayrıldığım zamana göre daha da ağırlaşmıştı.
Şimdi, oğul olmanın zamanı; şimdi onu son yolculuğuna, kanser denen illetin yarattığı acılardan kurtaramasak da acılarını en aza indirmek; onu son yolculuğuna bütün isteklerini yerine getirerek uğurlamak zamanıydı.
Çünkü babam, evinin üzerine dal olmuş; çocuklarına kanat olmuş; çırpınışı ailesinin varlığı, mutluluğu ve sağlığı içindi.
“Oğlum, sen oku; ceketimi satar okuturum.”derken, aslında yoksulluğunu dile getirmeye çalışıyordu.
Kurtlar sofrasında, rızkını alın teriyle kazanmanın onuruyla yaşamış, ömrünü ailesine adamış bir babaydı. Çok hakkı var üzerimde bir baba olarak. Onun çok hakkı emeği vardı da ben oğul olarak görevimi yapabildim mi, bilmem.
1982 yılıydı. KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünü kazanmıştım. Ailemin sevincine diyecek yoktu. Yolculuk zamanı gelip çatmıştı. Ne var ki, yurt konusunda beklediğimiz haber gelmediği için, babam benimle gelecek, ben okula giderken, o bana ev tutmaya çalışacaktı.
Gaziantep’ten Samsun’a gelmiş, oradan da aktarmalı olarak Trabzon’a varmıştık. Geceyi geçirdiğimiz otelden, sabah erkenden üniversiteye gitmek üzere ayrıldık. Üniversite yerleşkesi içinde bulunan yurtların kantin camlarında asılan listelere umutsuzca bakıyordum.
Bir anda sevinçten havalara uçtum, listede adımı bulmuştum. Babam da çok sevinmişti. Hemen kayıt işlemlerini yaptırıp, eşyalarımı almak üzere otele döndük. Yurda geldiğimizde, babam, “Oğlumun kalacağı yeri görmek istiyorum. Yoksa içim rahat etmez.”deyip, görevliden izin almıştı.
1. Blok, 314 numaralı oda. Babam uçarak gidiyordu o odaya. Babam, canını; canından bir parçayı orada bırakacağı için alıcı gözle inceliyordu odayı. Ola ki, yurtta yer bulmaya yardımcı olur düşüncesiyle bir kişiye getirdiği Gaziantep baklavasını, odama davet ettiği kat görevlilerine ikram ederek, benimle ilgilenmelerini istedi onlardan.
Kat görevlileri beni uyaran, babamı teselli eden cümleler arasında, bana bir çamaşır leğeni, bir de ütü almam için babama yol gösterdiler. Kat işçileri, temiz yatak takımları verip, yatağımı yapmama da yardım ettikten sonra odadan çıktılar. Baba oğul, odada baş başa kalmıştık. Bir süre sonra ayrılmak için hareketlendik. Babamın ayakları odadan çıkmak istemiyor gibiydi. Her adımda geriye dönerek baktığı odamdan ayrıldık.
Şehre inmek için dolmuş durağına doğru yürürken, bütün cesaretimi, gücümü toplayıp, “Baba hakkını helal et. Sana çok yük oldum. Şimdi, yurda da yerleştiğime göre, sen boşuna masraf etme, istersen eve dön baba.” diyebildim.
Babam, yalnızca baktı, baktı ve yürüdük. Ankara otobüsüne bilet almak için önce terminale gittik. Saat 19.00 Ankara otobüsünde yer bulabildik. Oradan, kısa bir şehir turu; çamaşır leğeni ve ütü alışımız… Ve ikimiz de istemesek de ayrılık vakti geliyordu.
Hava kararmış, her taraf, karanlıkları aydınlatma gayretindeki lambaların ışığıyla aydınlanıyordu. Babam, içindeki ayrılık yangınını dindirmek için türlü ikramlarda bulunuyordu: Oğlum, şeftali alayım da ye. Oğlum üzüm alayım da ye. Bazen de öğüt vermekten kendini alamıyordu: Oğlum dikkatli ol. Sağlığına dikkat et. Yemekten geri kalma. Ve daha birçok söz…
Bağırıyorlardı, “Ankara yolcusu kalmasın.” binmek istemiyordu babam otobüse. Bir an fark ettim, gözlerinde yaş vardı babamın. Gurbet elde bir başına bıraktığı oğlundan ayrılmanın acısı çökmüştü yüreğine, yaş olup dolmuştu gözlerine.
Güç olsa da ayrılık, otobüs hareket etmiş, babam gizlediği gözyaşını artık bırakmıştı: Ağlıyordu. Sonradan öğrendim, Gaziantep’e vardığında da epey ağlamış, hem de anam, amcam, ağabeylerim ve yengelerimin gülüşmeleri ve teselli cümlelerine aldırmadan.
Arkamda dağım, gurbette dayanağım babam; dağ ardındaki ayrılık zor da, dağ altına giden ayrılık kolay mı sanırsın?
Rahmeti bol olası babam, senin yüreğimize bıraktığın sevgin, bu ayrılığın acısını artırıyor.
Ben üniversite nedeniyle bıraktım sizleri, sen ebedi bıraktın babam.
Yerin cennet olsun, onurlu insan. Yokluğuna rağmen, yoksulların dostu; siyasette kapıştığı rakiplerinin dahi dostu, arkasından sürüklenen sevgi seliyle, yüreğimizdeki hüznü alıp götürecek kadar seven mirası bırakan adam, sana meleklerin getirdiği binlerce selam olsun, babam.
Yerin cennet olsun, yüreğimdeki kahraman.
BİR CEVAP YAZ