NİSAN 23’MÜ 24’MÜ
Yine nisan ayı, yine geliyor 23/24 Nisanlar. 23 Nisan’da Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlayacağız, daha kutlamalar bitmeden ABD 24 Nisan’da “soykırım” diyecek mi demeyecek mi, derdine düşeceğiz.
Bizim iktidarlar da muhalefette bulunanlar da dünya gündemini olduktan sonra izlemeyi politika sayıyorlar. Oysa olanı herkes konuşur, değerlendirir. Önemli olan geleceği görerek politikalar geliştirmek, kendi ulusal çıkarlarımızı ilgilendiren konularda gündemi yönlendirecek adımları bizim atmamızdır.
Dünya bir yandan Covid-19 bir yandan da Rusya Ukrayna savaşı ve bunların yarattığı ekonomik sorunlarla uğraşmaktayken, bizim de bu curcunaya katılıp hareket etmemiz doğru mu acaba? İktidar yanlısı gazete ve televizyonlar ya hiç söz etmiyor ya da önemsiz haberler sırasına alıp geçiştiriyor, muhalif yayın organlarını da yönetenler ciddiye almıyorsa şu haberin ne önemi var? “ABD, PYD/YPG ortak devriye görevi yapıyorlar. PYD/YPG temsilcisi ABD de üst düzey kabul gördü, dışişlerinde ağırlandı.”
Çok değil daha dün denecek kadar yakında, 27 Eylül 2021’de TRT Haber ekranlarında Altınbaş Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan, (Özetle): Türkiye ve ABD ilişkilerinin zorlu bir süreçten geçtiğini ifade eden Erhan, masada yer alan en büyük sorunun ABD'nin terör örgütlerine verdiği destek olduğunu hatırlatarak: " Terör örgütlerinin başında FETÖ geliyor. 15 Temmuz 2016'daki hain darbe girişiminin arkasında yer alan lider kadronun neredeyse tamamı ABD'de misafir edilmeye devam ediyor. Biliyorsunuz Adalet Bakanlığı aracılığıyla suç dosyaları ABD makamlarına iletildi. Ancak bugüne kadar herhangi olumlu bir gelişme olmadı. İkinci olarak PKK/YPG terör örgütü geliyor. ABD, Obama döneminde, Trump döneminde ve bugün Biden yönetiminde binlerce tır dolusu mühimmat ve silahı terör örgütüne vermekle kalmıyor, terör örgütünün ele başlarını general gibi anacak kadar bir anlamda terör örgütünün yanında yer alıyor. Bu örgütlerin saldırdığı, sınırlarını ihlal ettiği, hain eylemlerde bulunduğu kim diye bakarsanız Türkiye. Türkiye ve ABD, NATO çatısı altında ittifak ilişkisi yürütüyor. Kabil başta olmak üzere Türkiye'den yardım isteyeceksiniz ama bir yandan da Türkiye'nin bekasına kast eden FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerine destek olmayı devam ettireceksiniz. ABD Başkanı Biden ve Kongre'de Türkiye'de karşıtlığıyla bilinen bazı kişilerin S-400 ve F-35 konusunu gündeme getirerek Türkiye'nin ittifaka uygun olmayan davranışlar içerisinde olduğunu dile getiriyorlar." diyordu.
Bugün hemen hemen hiçbir yayın oranında bu konuda haber yok, varsa da ben görmedim. Ne oldu, durum nedir, her şey düzeldi mi? Her şey düzeldiyse bu göçmenler ülkelerine neden dönmüyor? İŞİD/DEAŞ ile mücadele için verilen binlerce TIR dolusu silahlar geri alındı mı? Alınmadıysa, kim kime karşı kullanıyor veya gelecekte kullanacak?
Vatan elden giderse, pahalı da olsa yaşayacak toprak kalmaz. Dışişleri Bakanlığımız, askeri ve sivil kurumlarımız bu işlerin takibinde “SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ” ilkesiyle hareket ediyorlar mı?
Suriye’nin Kuzeyi konusunu düşünürken, Irak’ın Kuzeyi çıkmıyor ki aklımdan. Saddam Hüseyin’in ordusunu güçlendiren, en saldırgan ordu haline getiren güçler, Saddam’ı bir piyon gibi kullanmaya başladılar. İran Irak savaşı, dünya siyasetine yön vermek isteyen sivil ve asker aktörlerin bu bölgeye doluşmasını sağladı. ABD ve işbirlikçilerinin bölgede konuşlanması için yollar arandı. Irak’ın kuzeyindeki Kürtler,( Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne bağlı Peşmergeler de İran ordusu ile işbirliği yaparak Halepçe kasabasına girdi ve isyan başlattı.) devlete karşı kışkırtılarak, Saddam’ın bu bölgeye saldırmasına yol açtılar. Saddam’ı o kadar okşamış, şişirmişlerdi ki, Saddam kendini bölgenin hâkimi olarak yenilmez güç gibi görmeye başlamıştı. Bunun sonucunda, (“1986-1988'de Irak'ın kuzeyinde Kürtlere karşı düzenlettiği El-Enfal Harekâtı adlı isyanı bastırma operasyonunun bir parçasıdır. Yapılan incelemeler sonucunda saldırıda hardal gazı ile türü tespit edilememiş bir çeşit sinir gazı kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu saldırı sonunda 3.200 ile 5.000 arasında insanın öldüğü basında yer almıştı.”) ABD ve işbirlikçileri, 1991 tarihinde kurulan ve amacı Saddam Hüseyin'in olası saldırılarına karşı kuzey Irak Kürtlerine güvence sağlamak olan ve Ülkemizde ÇEKİÇ GÜÇ adıyla anılan hava kuvveti ile küçük fakat etkili bir yer unsuru oluşturuldu. Türkiye'de İncirlik ve Pirinçlik üslerinde konuşlanmış uçak ve helikopterden ve Amerikan-İngiliz-Fransız ve Türk personelden oluşmaktaydı. Kuzey Irak'taki Zaho'da da bir irtibat merkezi bulunmaktaydı.
2003 yılına kadar Ülkemiz topraklarını kullanan bu gücün gerçekte ne yaptığı ise sorular yumağı oluşturmaktaydı? Ülkemizde PKK terörünün ayyuka çıktığı dönemler ve çekiç güç varlığı tesadüf müdür? Irak’ın Kuzeyinde Bölgesel Kürt devletinin kuruluşu ile çekiç güç varlığı tesadüf müdür? Çekiç güce hayır diyerek iktidara gelen koalisyon ortaklarının ilk oylamada çekiç gücün görev süresini altı ay daha uzatmayla işe başlamaları nasıl açıklanır?
1986 yılı ağustos ayında Eruh ve Şırnak’a yapılan saldırılarla, aynı tarihlerde Kuzey Irak Kürtlerinin İran’la iş birliği içinde hareket etmesiyle bir bağlantı var mıydı? Halepçe katliamı ve sonrasında sınırımıza yığılan 750.000 Peşmergeyle birlikte Ülkemizdeki terör olaylarını tırmandıracak kadrolar da koordinasyon içinde Anadolu’ya taşındı mı?
Halepçe katliamında kullanılan hardal gazı ve tanımlanamayan sinir gazı, ABD ve işbirlikçilerinin “Kimyasal silah üretimi yapıyor.” bahanesinin kaynağı olarak görülüp Irak’ı işgal etmeye hazırlanmış bahane miydi?
Kuveyt’in işgali ve ABD’nin dünyanın jandarmalığına soyunması, aslında kurulacak Büyük Kürdistan (!) devleti için atılmış adımların halkası mıydı?
Dikkat ettiniz mi, Irak’ın Kuzeyini bölerken, dünyanın gözü Kuveyt’in uğradığı saldırıdaki mağduriyetle bağlanmıştı. Şimdi de Suriye’nin kuzeyini bölerken, Ukrayna’nın mağduriyeti mi kullanılıyor?
On binlerle ifade edilen tırlar dolusu silah, mühimmat ve donanım araçlarını, müttefikimiz (!) dediği ülkenin vatandaşlarına düşman tavırlar sergileyip ateş açan terörist güçlere hibe olarak gönderen ABD ve yandaşlarının tutumları hangi politikanın uygulamaya konmuş halidir?
Ülkeme ihanet eden her türlü bölücü, yıkıcı, gerici, hain emellerle donatılmış kaçakları, ülkelerinde insan hakları maskesiyle koruyan ve kollayan dostlarımızın(!) kendi ülkeleri için hain olanlardan birini ülkemizde koruyup kollasak bize neler yaparlardı düşünemiyorum. Krizi fırsata çevirmek için ne bekliyoruz? ABD başta olmak üzere, Ülkemiz topraklarında planları olan yandaşlarına “Çekin ülkemden elinizi.” demek daha ne bekliyoruz?
23 Nisan 1920’de TBMM’yi kurarak bağımsız bir devlet olmak için yola çıkan, Mustafa Kemal ve Silah arkadaşlarının kurucu ilkelerini anlamadan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaya kalkarsak, daha çok bekleriz, 24 nisanlarda ABD başkanı ne diyecek diye.
Kendi kuruluş ilkelerinden uzaklaşan devletler, başkalarının çizdiği yolda yürümek zorunda kalırlar. Kendi değerlerinden uzaklaşanlar, başkalarının biçtiği elbiseyi giymek zorunda kalırlar.
Nusaybin’de Peşmergelere yardım dağıtımında oluşan izdiham nedeniyle bölgeye giden ilçe Kaymakamımızı İngiliz askeri dipçikle yere yatırdığında, sessiz kalan zihniyet, Şırnak ve Eruh’ta yaşanan ilk silahlı eylem için “Birkaç çapulcu” diyen zihniyet ve Kuzey Irak’ta 11 subayımızın başına çuval geçirenler için “Ne notası, müzik notası mı?” diyen zihniyet ve Cumhuriyetimizin kuruluş değerleri arasında hiçbir bağlantı göremiyorum.
Devlet onuru bir kez çiğnendi mi dikiş tutmaz paçavra gibi olur. Ondan sonra da 24 nisanlarda ABD başkanı ne diyecek diye beklenir. Oysa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutlama hazırlıklarını yaparken, okula yeni başlayan çocuk gibi kurucu değerlerimizi ve ilkelerimizi de beynimize nakşetmeliyiz.
Sözün sahibini bilmiyorum ancak çok hoşuma gidiyor: ALLAHIM BENİ DOSTLARIMDAN KORU, DÜŞMANLARIMLA BAŞ EDERİM.
BİR CEVAP YAZ