SEVGİLİM UZATIR MISIN TUZU
Göz görür gönül sever. Yollar bir ömrü birlikte yürümeye döner. İlk tereddütler, korkular aşılır. Artık, birlikte olmanın heyecanları yaşanır.
Göz başkasını görmez. Başkasının en güzel sözlerini duymaz olur kulaklar. Kalp, onun yanında daha heyecanlı çarpar.
En temiz giysiler giyilir. En güzel kokular sürünülür. Buluşma yerine vaktinde gidilir. ( Bekletmeyi seven bayanlar dışında.) Gözler, sıcacık gülümsemelerin izlerini taşır gönüllere.
Oturulur, yan yana; el ele; diz dize; göz göze. Saatlerin nasıl geçtiği bilinmez. En güzel gelecek çizilir, o saatlerde. En tatlı dil, gönülleri okşayan sözcük ağıyla örülür.
Yemek, tatlı ya da bir başka ikram, onunla anlam kazanır. Konuşmalar nezaket abidesi örneğidir: Sevgilim, uzatır mısın tuzu? Aşkım, içecek ne istersin? Tatlım, dudağının kenarında kırıntı var, alabilir miyim? Ve daha neler neler?
O, en güzel/ yakışıklıdır. O,çok naziktir. O, sevdiğine sadakatle bağlıdır. Onun gözü, harama bakmayacak gözdür. O, eşini incitmez… Saymakla bitmez, düğün öncesinin birlikteliğinin güzellikleri ve güzel bakışları.
Düğün olur. Özlenen mutlu yuva kurulmuştur. İlk gecenin, ilk günlerin heyecanı, zenginlerde balayı olur sürer; yoksullarda omuz omuza yaşam savaşı içinde gider.
Gençlik ve güzellik içindeki ilk yıllar çabuk geçer. Evde tekdüze yaşantı başlamıştır. Anlayış ve hoşgörü katsayısı azalmakta; tartışmalar, kırılmalar, birbirinin açıklarını ve eksiklerini görmeye yönelik davranışlar, düzgün giden ekonominin borsası gibi, daima yükselmektedir.
Artık ter kokuları; iç çamaşırlarının kir ve lekeleri; yataktaki horlamalar; ayak yıkama sorunları gündemin üst sıralarına yerleşir, karı koca arasında.
Eve gelen eş, kabarık telefon faturasından; boşa yanan lambalardan; gereksiz yere akıtılan sulardan söz ederken eski nazik tavrının çok uzağındadır.
İlk kavga, ardından kavgalara dönüşen yolu açar. “Sen zaten ailemi hiç sevmedin ki. Ne çok gidiyorsun annenlere? İstersen akrabalarına da ben bakayım? ”türünden, ailelerin de karıştırıldığı kavga alanları genişler.
Anlayış, yerini şüpheye; sevgi yerini hırçınlıklara bırakmak üzeredir. Eşler, eski günlerin hatırına katlanmaya çalışarak evliği bir süre daha yürütürler. Fakat, ne yürütme!!
Sofrada dil değişmiştir: Tuzu uzatsana! Elin yok mu alsana! Ne pasaklı biri oldun, nedir o ağzının kenarı? Çay yok mu? Başka bir isteğin(!) hizmetlin mi var senin?
Evlilik öncesinde onun adına ne varsa değerliydi ya, artık göze batan saman gibidir. Rahatsız etmesi bir yana huylandırır. Eğlence anlayışları bir birini sıkmaya başlar.
“Sen yıkama çamaşırlarını canım, bana getir.”cümlesi, evlilik öncesinde kalmıştır. “Şu çorabını bari banyoya at. Gir banyoya kirlilerini oraya bırak. Hizmetçin yok senin.
Evet değerli okuyucum, bir arkadaşlıktaki birliktelikten, evliliğe giden yolu yaşadık birlikte. Sizce bu değişim nedendir?
Bu değişim sağduyu ile atlatılmazsa çatırdayan yuvalar; yıkılan hayaller; ezilen çocuklar ve biten mutluluklar olarak karşımıza çıkacaktır.
Birbirine aşk ilan ederken en güzel sözcüklere sahne olan ağızlar, mahkeme kapılarında en ağır hakaret, küfür ve tehditlere açar perdelerini.
Bin bir dua ile birleşen eller, ağza alınmadık beddualarla kanayan yürekler olur ayrılırken.
Boşanmaların elbette birçok nedeni vardır. Aldatma; şiddetli geçimsizlik; aileler arasında oluşan husumet; yoksulluk… Ve daha birçok neden boşanmaya, mutsuzluğa giden adımları hızlandırır.
Ancak, gençlerimizin magazin kültürü ile donatılmaları; özentili yaşantı çizgisine eğilim göstermeleri; ilkesiz, vurdumduymaz tavırlar göstermeleri; daha önemlisi, gecelik kaçamakların haber bültenlerimize kadar inmiş olması ile evlilik anlayışından uzaklaşmanın sonuçlarını irdelemek gerekir.
1980 sonrası gençlerimize, öyle bir saldırı yapıldı ki, gençler düşünmek; evrenselle ulusal değerleri kaynaştırmak; ülke sorunlarına karşı duyarlı olmak; toplumsal yaşama kültürünü ilkeleriyle güzellikleriyle anlamak, yorumlamak; sorgulamak; tartışmak; yeni açılımlara adımlar atarak çağdaş uygarlığın gerekleri içinde yaşamak çizgisinden çok uzaklaştırıldılar.
Şimdi, günübirlik yaşayan; bireysel düşünen; sunulanla yetinen; taklide açık, toplumun sorunları karşısında duyarsız, özenti içinde yaşayan bir gençlik var. Bir başka yönde de sorgulamayı iman zayıflığı sayan, şeyhin emirlerine kesin bir itaat gösteren, iman ehlinden çok bir düşüncenin ateşli taraftarı gibi tekdüze yaşantı sergileyen; imanı giysinin şekline bağlayarak, asıl olanı gerilere bırakan gençlik.
Çıraklıktan gelen, yoksullukla boğuşan gençlerimiz de futbol gibi uyuşturucuların pençesinde kıvrandığı için önünü göremeyen arabesk gençlerimiz…
Her birinin bir eksiği diğerini tamamlamıyor. Yola düşmüş hak arayan sendikalıya, hain gözüyle bakan bir kitleler yetişirken, bir pastane-internet kültürü ile doğan evliliklerin çatırdaması da doğal değil mi?
Türk gençliği, geleceğin üzerinde oyunlar oynayan güçlerin önüne sunduğu güzelliklerin gerisinde binlerce tuzak olduğunu unutmadan başta DİLİMİZ, kültürümüz, birliğimiz, yuvamız ve vatanımız adına gözlerinizi gerçeğe açmanın vakti geçmektedir.
BİR CEVAP YAZ