YALANLAMALAR… COVİD-19 GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ-3
“Güven, terk ettiği bedene bir daha dönmez.” derler. Covid-19 sayesinde öğrendik; “Birbirimize güvenmemiş ya da güvenirmiş gibi yapıp, her sözün altında bir farklı anlam arayarak yaşamışız.”
ABD, “Çin için ölüm sayılarını gizliyor. Gerçek sayılarla, açıklanan ölüm sayıları arasında büyük farklar var. Çin’den gerçekçi açıklamalar bekliyoruz.” tarzında açıklamalar yaparken, dünya basınına dikkatli baktığınızda birçok ülke için de bezer durumlar söz konusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Rus doktorlar, “Gerçekler Putin’in açıkladığı gibi değil. Sıkıntılar var. Salgın açıklananın çok çok üzerinde rakamlarla ifade edilir haldedir.” gibi açıklamalardan sonra benzer bir biçimde ölüyorlar. 2020 Mayıs ayının daha beşi olmadan, Rusya’da camdan düşerek/atlayarak(!) ölen doktor sayısı üç olmuştu.
İngiltere’den, Suriye’ye, Irak’tan, Hindistan’a ve daha niceleri hem kendi basınında, hem uluslararası alanda yalanlamalarla adı anılan ülkeler olarak sayılmaktayken, kim; neden, neyi, kimden gizliyor sorusunu sormamak elde değil.
Fransa’da bir bilim insanı, virüs için bir ilacın etkili olduğunu belirttiği için tehdit edildiğini açıklıyor, Fransız yargısı konuyu soruşturmaya başladığını basına açıklıyor, sonuç elde var sıfır.
Dışarıda böyleyken biz boş durur muyuz? Birileri açıklanandan daha çok ölen var, diyor; birileri bilgi ve belgeyle yalan olmadığını açıklamak yerine, türlü itham ya da hakarete varan sözcüklerle cevap veriyor.
Bir bilim insanı laboratuvara giriyor, “Virüse karşı ilaç/aşı bulacağım.” diyor, birileri bazı ilaçların reklamını yapıyor yönünde suçlamalarda bulunuyor.
Bir bilim insanı, “Yakında aşıyı ortaya çıkaracağız, çok yaklaştık.” diyor. Başka bir bilim insanı “18 aydan önce aşı bulunamaz.” diyor. Bir grup, hayvanlar üstünde deneyler başarılı sonuçlar verdi, yakında insanlarda deneyeceğiz gibi umut dolu bilgiler yayınlıyor. Bir başka grup virüsün mutasyona/değişime uğradığını belirterek aşının yakın zamanda tamamlanmasının zor olduğunu açıklıyor.
Kime güveneceğiz, nasıl bir yol alacağız? Önümüzü görememek, normal yaşantıya ne zaman dönüleceğini bilememek, insanlığın belki de ilk kez ortak sorunu oluyor yeryüzünde.
Teknolojik gelişmesiyle övünen, petrol zengini olan, silah veya teknoloji satarak güç gösterisinde bulunan devletler… Buyurun: Düşman, ortak. Özelliği, görünmez oluşu, hızlı yayılması, sınır tanımaması, zengin-fakir ayırmaması…
Ey insanoğlu, işte ölüm işte ömür. Bari böyle günlerde yönetilenlerin yönetenlerine bakışındaki “Bu kadar da olmaz. Hiç olmazsa böyle günde birlik olup, siyasal çıkarlarımızı, ekonomik hesaplarımızı bir kenara bırakarak aynı geminin yolcuları olduğumuzu düşünelim.” ifadesini anlamaya çalışalım.
Dünyayı bir kenara bırak, kendi ülkemde yaşananlara akıl sır erdiremiyorum: İktidar olmanın da muhalefet olmanın da paydası halka hizmettir. İnsanlar ölürken, işsizlik artarken, borçlar ödenemez hale gelirken, işçisi; esnafı; sanayicisi; köylüsü, kısacası üreteni de tüketeni de perişan iken, yerel yönetimlerin attığı güzel adımlar, ülke yönetimini üstlenen iktidarın hizmet etmek istediği halk için değil mi?
Yoksa, “Bunlar yerel yönetimde başarılı olursa, iktidarı kaybederiz.” endişesi mi var? Öyleyse, sen daha güzelini yap. Yapılanların halk için olduğunu kabullenip, “Zor günlerde siyasi farklılıklarımızı bir kenara bıraktık, halkımız için yapılacak güzel olan her hizmeti destekleriz.” denilseydi, daha güzel olmaz mıydı?
Hizmetlerin engellenme düşüncesinin böyle bir nedenden kaynaklanması doğru ise, vah halimize. Şöyle mi düşünelim: Süleyman DEMİREL, 1974 Kıbrıs çıkarması için, “Ecevit ve Erbakan, Kıbrıs’a çıkarma yapmasın. Onları hükümetten devirelim, iktidar olunca Kıbrıs çıkarmasını biz yapalım.” deseydi, acı çeken Kıbrıslının acıları mı dinecekti? Rumların düşmanca tutumları mı değişecekti? “Ölü rahmet bulsun da nerden olursa olsun.” diyen halkımızı anlamaktan uzakta olanlar, “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” atasözümüzün anlam denizine bir an önce dalarsanız, “Dağ ne kadar yüce olsa, üzerinden yol aşar.” atasözümüzün derinliğinde yüzersiniz.
Merkezi yönetim, yasa yapma çoğunluğu elinde olan bir Meclisi arkasına alarak iktidar olur. Yürütme ve yasama gücü elindedir. Yerel yönetimler, Merkezi yönetimin yasal düzenlemeler yapacağı yetkiler taşıdığını bilir. Denetleme ve düzenleme yetkilerinin de olduğu gerçeğini bilir. Öyleyse, daha bir yıl önce, gövde gösterisi halinde iftar çadırları kuran/kurduran yerel yönetimler, bu değirmenin suyunu bulmak için kampanyalar yaparken, devlet içinde devlet olmuyor da muhalif belediyeler, Covid 19’un tahribatı altındaki yoksullara ulaştırmak için kampanyalar yapınca devlet içinde devlet oluyor.
Liderler, danışmanlarının aydınlattığı yolun karanlığına düşerse, kurtuluşu akılda aramalıdır. Devlet adamlığı, zor zamanda verilen karaların doğruluğuyla belli olur. Ya yönetenleri yanıltan danışmanlarda bir sorun var, ya da yönetenlere danışmanlarca öyle güzel bir ülke yönetimi gösteriliyor ki, yanlışlar görülmüyor.
Virüs salgını aylarca devam edince, geri kalmış ülkeler başta olmak üzere tüm dünya devletlerini ekonomik kriz, artan işsizlik, sanayinin dönmeyen çarkları ve batan, iflas eden sanayici, esnaf dalgası sarmıştı.
Ülkemiz de içinde olmak üzere ülkeler, gelişmişliği ve ekonomileri büyüklüğünce önlem paketleri açıklıyordu. Kimisi vergi borcunu siliyor, kimisi destek paraları ödüyordu. İyi de nereye kadar? Yaz ayları sıcaklığını kapıdan pencereden içeri sızdırırken, kapatılmış ulusal ve uluslararası yolculuklar, uygulanan sokağa çıkma yasakları nereye kadar sürecekti?
Ülkeleri yönetenler, uluslararası alanda başarısız görüntü vermeyi engellemek adına türlü çabalar sergilerken, bir endişeleri de bacasız sanayi denilen turizm gelirlerini kurtarmaktı. Nasıl olacaktı?
Virüs, yönetim biçimleri ne olursa olsun, devletleri yönetenlerin, aslında kendisine güvenenleri kaybettiğini görmekten uzaklaşan yöneticiler olduğunu, insanlığı nereye sürüklediklerini düşünmek, değerlendirmek için bir fırsat yaratmıştı.
Bir zamanlar, Japon hükümdarı ve veziri, deniz kenarında yürürlerken, hükümdar sorar: Neyimiz var? Vezir cevap verir: Bu deniz ve dağlar. Bu cevap üzerine hükümdar, “Öyleyse, bunlarla yaşamayı öğreneceğiz.” der.
Ey insanoğlu gerçekten, aynı gezegende insanca yaşamak istiyorsak, neyimiz var, neyimiz yok, bununla yaşamayı öğrensek, bunu da insanca paylaşıp huzurla yaşamak, yalanlayarak yaşamaktan daha iyi değil mi?
Her gün haber bültenlerinde merakla beklediğimiz ÖLEN- İYİLEŞEN- HASTALANAN tablosu, yaşadığımız günlerin gerçekleridir. Bu gerçekleri bilerek görevimizi yerine getirmenin onuruyla adımlarımızı atalım. Yalanlamak bugün mümkündür, tarih süzgecinde asla.
BİR CEVAP YAZ